Medya

UGM Kurumsal İletişim Direktörümüz Sami Altınkaya'nın "101 yıldır verilen mücadele" başlıklı yazısı, 18.05.2020 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayınlandı.

UGM Kurumsal İletişim Direktörümüz Sami Altınkaya'nın "101 yıldır verilen mücadele" başlıklı yazısı, 18.05.2020 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayınlandı.

101 yıldır verilen mücadele

Ekonomik bağımsızlığını elde edemeyen milletler tam bağımsız olamaz. Bu sözler cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e ait. Ama öncesinde vatanın kurtarılması için milli mücadelenin kazanılması gerekiyordu. 19 Mayıs benim doğum günüm demişti. Türk Milleti’nin küllerinden doğmaya başladığı gündür 19 Mayıs. Emperyalizme karşı verilen bağımsızlık savaşının ilk adımıdır. Öyle ki Atamızın ayak bastığı yer İlkadım ilçesi adını almıştır.

19 Mayıs sadece milli mücadelenin başladığı günün adı değildir. Türk Milleti’nin ölüm kalım savaşının başladığı gündür. Ezanların okunması, bayrağın dalgalanması, kendi dilimizi konuşabilmenin, dinini özgürce yaşayabilmenin, neslimizin ve namusumuzun devamının adıdır. 19 Mayıs 1919’te başlayan ve 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’yla bağımsızlığımızın tüm dünya tarafından kabul edildiği güne kadar, emperyalizme karşı mücadele verildi.

Atatürk ekonomik bağımlılıktan kurtulmadan tam bağımsız olunamayacağını biliyordu. Ekonomideki bağımlılığın adı Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan büyük borçlardı. Şu tesadüfe bakın ki Osmanlı’nın iflas edip tüm önemli gelirlerini Düyunu Umumiye ile terk ettiği yıl olan 1881’de Mustafa Kemal doğmuştu.

Osmanlı’nın bu borçlu ve bağımlı düzenine 42 yıl sonra Atatürk son verdi. Genç cumhuriyet bu borçları 1954’te bitirebildi. Bağımsızlık mücadelesi sırasında Atatürk, ekonomik kalkınmanın ve geleceğin Türkiye’si için planlar yaptı. Fabrikaların, üniversitelerin, bankaların, dil ve tarih kurumu gibi onlarca kuruluşun temelini attı. Bu dahi lider, bir taraftan da temelini attığı köy enstitüleriyle cehalete karşı savaş açtı. Düyunu Umumiye, IMF, FED veya McKinsey adı ne olursa olsun birbirinden farkı yoktur.

3 Nisan 1948 yılında ABD ile imzalanan Marshall yardımlarıyla başlayan ve artarak devam eden borçlanmanın bugün geldiği nokta ortadadır. Kurtuluş üretime dayalı bağımsız bir düzen kurmaktır. 19 Mayıs’ı bu düşünceyle kutlamak gerekir.

Dış ticarette artan maliyetler ekonomiye yük getiriyor

Dünya Bankası her yıl ülkelerin lojistik performansı ve iş yapma kolaylığı endeksini yayınlıyor. 2018 yılında Türkiye performans olarak 160 ülke arasında 47. sıradaydı. İş yapma kolaylığı endeksinde ise 190 ülke arasında 43. sırada yer aldı. 2020 listesinde ise yükselişimiz sürdü ve on basamak yukarıya 33’üncülüğe yükseldik. Uzun yıllar Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nda genel müdürlük ve dış ticaretimizin artması için ABD’de müşavir olarak görev yapan, halen dış ticaretin yüzde 10’una yakın gümrükleme işlemlerini gerçekleştiren ÜNSPED Gümrük Müşavirliği Genel Müdürü Rıza Mehmet Korkmaz, Dünya Bankası’nın düzenlediği ‘Doing Business-İş Yapma Kolaylığı Endeksi’ni referans alarak sorumuzu yanıtlıyor.

“Bir ülkede küçük ve orta boy işletmelerin işe başlaması, inşaat izinlerinin alınması, yeni depolara elektrik bağlanması, gayrimenkul tapu kaydının yaptırılması, kredi alınması, küçük yatırımcıların korunması, vergilerin ödenmesi, sınır aşan ticaret, kontratların bağlayıcılığı, iflasların çözülmesi konularında mevcut durumu ortaya koyarak, çeşitli kriterlere göre 190 ülkede anketler yapılıyor. Buna göre Türkiye iş yapma kolaylığında İşviçre, Hollanda, Portekiz ve İtalya gibi ülkeleri geride bıraktı” diyor. Korkmaz, endeksteki bir diğer konuya dikkat çekiyor; “Sınır aşan ticaretteki uygulama ve işlemlerde yeterince iyi bir durumun olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira ülkemiz bu alanında 2019 yılı Endeksi'ne göre 2 basamak gerileyerek 91,6 puanla 44. sırada yer bulabilmiştir. Bulgaristan aynı sıralamada 97,4 puanla 21. sırada, Yunanistan 93,7 puanla 34. sırada yer bulurken; sıralamada Romanya 100 tam puanla birinci olmuştur. Oluşturulan eylem planında yer alan ticari maliyetlerin azaltılması başlığında bir dizi kararlar aldığını belirten Korkmaz, uygulamaların kararların reel hayatta çeliştiğine dikkat çekiyor.

Gümrük idarelerinde son 10 yılda pek çok projenin hayata geçtiğini hatırlatan Korkmaz, yetkilendirilmiş statü uygulamasından Tek Pencere Sistemi'ne, kağıtsız beyannameden dijital uygulamalara pek çok konuda başarılı işlere imza atıldığı için 43. sıraya geldiğimizi söylüyor. Korkmaz; “Yetersiz denetimi nedeniyle, dış ticaret işlemlerinde gereksiz ve fahiş masraflar ve maliyetler oluşmaktadır. Ücret, harç ve benzeri adlarla yapılan tahsilatların, verilen hizmetin karşılığı olmaması nedeniyle ticaret yapanların maliyetlerini ciddi anlamda artırıyor. İşletici kuruluşların ücret tarifelerini düşürmesi hatta sıfırlaması durumunda bile, acentelerce alınan ücret ve bedellerin hizmetlerle orantısız olması, rekabet gücümüzü azaltırken ticaretimizi de yavaşlatmaktadır” diyor.

Deniz yoluyla eşya taşıma sözleşmelerine göre yükleme ve boşaltma, limanlardaki taşıma şekillerine bağlı olarak, konteynerlerin varış limanındaki boşaltma masrafları alıcı tarafından ödeniyor ya da navlun masraflarına dahil ediliyor. Dolayısıyla satın alınan bir eşyada, eşyanın gemiden tahliyesi dahil tüm ücretler çoğu durumda alıcı tarafından zaten ödenmiş oluyor. Buna rağmen uygulamada ise ithalatçı firma, konşimentosunu acenteye götürdüğünde, acenteler sürece dahil olarak çeşitli adlar altında, ithalatçı ve ihracatçıdan sonradan çıkarılan masraf kalemlerinin ödenmesini istiyor. Acentelerin ordino ya da yük teslim bedelleri gibi çeşitli adlar altında uygulama dışında aldığı ücretleri Korkmaz şöyle sıralıyor; “ISPS güvenlik ücreti 12 dolar. Gemi güvenlik hizmet bedeli 10 dolar. Konteyner kontrol ücreti 10 dolar. Yük bildirim ücreti 25 dolar. Geçici kabul ücreti 85 dolar. Dokümantasyon ücreti 70 dolar. Tahliye ücreti 165 dolar. Tahliye nezaret ücreti 40’lık konteyner için 77 dolar.”

Herhangi bir ücret tarifesine bağlanmadan ithalatçı ve ihracatçılardan, acentelerce alınan saydığımız giderlerin fazla olmasının Türkiye ekonomisine verdiği zararı yine rakamlarla ortaya koyan Korkmaz; “Türkiye’de toplam 20 limanda 2019 yılı itibariyle 7 milyon 482 bin 588 adet konteynerin elleçlendiği dikkate alınırsa, her bir konteyner için 200 dolar olarak düşünülse dahi 1,5 milyar dolara ulaşan bir maliyet ortaya çıkabiliyor. Bu maliyetler limandan limana farklılık göstermekle birlikte 500-600 dolar seviyesine çıktığı unutulmamalıdır. İhracat açısından baktığımızda ise 2019'da 2 milyon 896 bin 688 adet konteynerin ihracat işlemlerinde yaklaşık 600 milyon dolar ile 1,6 milyar dolar arasında ihracatçı için ek maliyet ortaya çıkardığını söyleyebiliriz” dedi.

Türkiye’nin sınır aşan ticaret performansı

Endeks çalışmasının “sınır aşan ticaret” kısmında; dokümantasyon, sınır geçişleri ve iç taşıma indikatörleri çerçevesinde yapılan değerlendirmeyle, ihracat ve ithalatın ülkemizdeki maliyetleri ve işlemlerin bekleme zamanları ölçülüyor.

● İhracattaki işlemler için sınırda ortalama bekleme süresi 10 saat, İthalat için ise 7 saat
● İhracatta dokümantasyon işlemlerinin tamamlanması için gereken süre 4 saat, ithalat için ise 2 saat
● İhracatta sınırdaki işlem maliyetleri için konteyner/TIR başına yapılan harcama ortalama 338 dolar iken, ithalatta 46 dolar
● İhracatta dokümanlar için yapılan harcama ortalama 55 dolar olurken, ithalatta da bu tutar yine 55 dolar olarak gerçekleşiyor.
● Türkiye bu noktada en kötü performansı, ihracat için sınırda yapılan işlemlere harcanan giderler açısından aldığı 68.1 puanla gösterdi. En iyi performansı ise, ithalat dokümanlarının zamanında hazırlanması kriterinde elde ettiği 99.6 puanla ortaya koyuyor.

Hukuki durum nedir?

Uzun yıllara dayanan müfettişlik ve bürokrasi deneyimine sahip Rıza Mehmet Korkmaz şu değerlendirmeyi yapıyor:

“Maalesef hukuki boşluklardan istifadeyle oluşturulan bu haksız ve fahiş kazançlar, zamanla bu işin kendi lobisini de yarattı. Öyle ki bazı derneklerin ve sivil toplu kuruluşlarının bile bu süreçte rol aldığını gördük. Dolayısıyla gerek bu lobilerin, çalışmalarıyla konuyu kamu otoritelerinin gündeminden uzaklaştırma çabaları; gerek ilgili kamu kuruluşlarının yöneticilerinin deyim yerindeyse, mayınlı alandaki bu konuyu tam olarak sahiplenmemeleri ve topa girmemeleri; gerekse konunun peşine düşerek hukuki yollar dahil, her türlü kanaldan hakkını araması gereken dış ticaret erbabının bilgisizliği ya da duyarsızlığı, bu haksız kazançlara bir anlamda çanak tutmuştur. İyi niyetle konuyu çözme çabasında olanların sesi de ne yazık ki zayıf kalmıştır. Oysa biz inanıyoruz ki, haklı olanların sesi daha gür çıkmalıdır. İşte biz bu noktada, sesi az çıktığı için mağdur olanların da sesi olma çabasındayız.”