Hüseyin Cahit SOYSAL
Yönetim Kurulu Üyesi
Gümrük Yönetmeliği ile 6 adet taahhütname talep edildiğini görüyoruz. Tebliğ ve genelgelerle talep edilen taahhütnameleri sayamıyorum bile. Yönetmeliğin 130 uncu maddesinin 3 üncü fıkrası, “Tahlile tabi tutulacak eşyanın, tahlil sonucu beklenilmeden yükümlüsü tarafından tesliminin talep edilmesi durumunda, eşyanın beyan edilen gümrük tarife istatistik pozisyonuna karşılık gelen vergi oranı ile beyan edilen fasıldaki en yüksek vergi oranı arasındaki farka karşılık gelen tutarın teminata bağlanarak, yükümlüsünden eşyanın tahlili sonuçlanmadan kullanılmayacağına dair ek-17’de yer alan taahhütname alınmak şartıyla ve gümrük idaresinde saklanmak üzere beyan sahibi veya temsilcisi huzurunda ek-25’te yer alan tutanak tanzim edilerek eşyadan bir adet şahit numune alınarak gümrük idaresinde uygun görülen yerde muhafaza edilmek kaydıyla yediemin olarak teslim edilir” hükmünü haizdir.
Yönetmeliğin 17 no.lu ekinde de taahhütname formu yer almaktadır. Taahhütnamede, “4458 sayılı Gümrük Kanunu ve Gümrük Yönetmeliği hükümlerine göre, gümrük laboratuvarına gönderilen tahlile tabi tutulacak eşyanın tahlil sonucu beklenilmeden tarafıma teslim edildiğinde; tahlil sonuçlanmadan eşyayı kullanmayacağımı, kullandığım takdirde hakkımda 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu hükümlerinin uygulanmasını; Yapılan tahlil sonucunda düzenlenen rapor esas alınarak tarafıma isabet edecek vergi ve fonları ödeyeceğimi; Türkiye’nin taraf olduğu anlaşma ve sözleşmelere aykırı herhangi bir eşya olması halinde 4458 sayılı kanunda yazılı ilgili ceza hükümlerinin tarafıma uygulanmasını; İşbu taahhütnamenin verildiği tarihte herhangi bir nedenle eksik alınan her türlü vergi, resim ve harç v.b. mali yükümlülüklerin daha sonra tarafımızdan istenildiği takdirde hiçbir itirazda bulunmaksızın ilk talep edildiğinde ilgili gümrük saymanlığı veznesine ödemeyi ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu ile 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkındaki Kanun doğrultusunda doğabilecek idari, mali ve hukuki yükümlülüklerimi yerine getirmeyi taahhüt ve kabul ederim” denilmektedir.
Aynı Yönetmeliğin “Gümrüklerde doğrudan işlem takip edebilecek bunker ve liman bayileri” başlıklı 478 inci maddesinin 1 inci fıkrasında gümrüklü sahalarda bunker ve liman bayiliği yapabilmek için aranan koşullar sayılırken, 2 inci fıkrasında, “Yukarıdaki sayılan hususları ispat eden belgeler teminat ile birlikte ek-75’te yer alan taahhütnameyi doldurarak ilgili gümrüğe ibraz eden firmalar; gemilere yağ ve yakıt verilmesine ilişkin işlemleri yürütebilir” denilmektedir.
Ek 75’te yer alan taahhütnamede “4458 sayılı Gümrük Kanunu gereğince yabancı limanlara sefer yapacak gemileri serbest dolaşımda bulunan veya serbest dolaşımda bulunmayan yağ ve yakıt verilmesine ilişkin işlemleri gümrük idareleri nezdinde takip ederken, 4458 sayılı Gümrük Kanunu ve Gümrük Yönetmeliğinin öngördüğü bütün hususlara riayet edeceğimize; aksi takdirde firmamız yetkilileri hakkında 4458 sayılı Gümrük Kanunu, 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun ve buna ilişkin Karar ile 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu hükümlerinin uygulanmasını kabul ve taahhüt ederiz” denilmektedir.
Gümrük Yönetmeliği’nin “Geçici depolama işleticilerinde aranacak şartlar” başlıklı 512 nci maddesinin birinci fıkrasında “Geçici depolama yeri açmak üzere başvuran gerçek kişilerin ve tüzel kişilerin yönetim kurulu başkanı ve üyeleri ile şirket sermayesinin %10 veya daha fazlasına sahip gerçek kişilerin” belli suçlardan haklarında kesinleşmiş mahkumiyet kararı bulunmaması koşulu aranmaktadır. Aynı maddenin 3 üncü fıkrasında ise “Birinci ve ikinci fıkralarda sayılan kişiler arasında yurtdışında ikamet eden yabancı şahısların birinci fıkrada sayılan suçları işlememiş olduklarına dair yazılı beyanlarına itibar edilir” denilmektedir. Benzer bir hüküm “Antrepo Yatırım İzni” başlıklı 518 inci maddesinin beşinci fıkrasında da yer almaktadır.
Durum böyle olmakla birlikte, Gümrük Yönetmeliği’nin 52 no.lu ekinde “yazılı beyan formu” değil bir “taahhütname” örneği yer almakta ve taahhütnamede “5237 sayılı Türk Ceza Kanununda sayılan; uluslararası suçlar, devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk, zimmet, irtikap, rüşvet, güveni kötüye kullanma, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, hileli iflas, yalan tanıklık, suç uydurma ve iftira suçları ile ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçları, vergi kaçakçılığı veya vergi kaçakçılığına teşebbüs suçları, gümrük kaçakçılığı veya gümrük kaçakçılığına teşebbüs suçları, petrol kaçakçılığı suçları, uyuşturucu kaçakçılığı suçları, haksız mal edinme suçlarından, Türkiye’nin veya diğer ülkelerin mevzuat hükümleri uyarınca ceza almamış olduğumu, aksine bir durumun tespit edilmesi halinde doğacak tüm hukuki sonuçları kabul edeceğimi taahhüt ve beyan ederim” denilmektedir.
Bir başka anlatımla, yönetmelik hükmü “yazılı beyan”a itibar ederken, yönetmelik eki bu beyanın “taahhütname” ile yapılmasını öngörmektedir.
Gümrük Yönetmeliği’nin “izin” başlıklı 513 üncü maddesinin 1 inci fıkrasında “Geçici depolama yeri açıp işletmek isteyen kişiler izin almak için aşağıda sayılan belgelerle birlikte ilgili gümrük müdürlüğüne bir dilekçe ile başvurmaları gerekir.
a) …
b) …
h) Ek-79’da yer alan taahhütname” şeklinde aranan koşullar sıralanmaktadır.
Ek-79’daki taahhütname metninde, “Adresi ve diğer özellikleri …/…/… tarihli ve …….. sayılı yazımızla sunulan belgelerde gösterilmiş bulunan yeri geçici depolama yeri olarak açmak ve işletmek için Bakanlıkça verilecek izne karşı aşağıdaki hususları kabul ve taahhüt ederim. Şöyle ki;…” denilmekte ve geçici depo işletmesi sırasında uyulacak kurallar sıralandıktan sonra, “Gümrük mevzuatına ve taahhütlerimize aykırı hareketlerimiz görüldüğü takdirde Bakanlığı verdiği izni geri alabileceğini ve mevcut malları masrafı tarafımızdan ödenmek şartı ile göstereceği başka yere naklettirerek geçici depolama yerini kapatacağımızı ve bu husustan dolayı zarar ve ziyan iddiasında bulunmaya hakkımız olmayacağını kabul ve taahhüt ederiz” denilmektedir.
Aynı şekilde Yönetmeliğin “başvuru için aranacak belgeler” başlıklı 520 inci maddesinin 1 inci fıkrasında, “Antrepo açma ve işletme izni almak isteyen kişilerin Ek-80’in ‘I. Başvuru İçin Aranacak Belgeler’ bölümünde belirtilen belgeler ve Ek-81’de yer alan taahhütname ile antreponun bağlı bulunacağı gümrük müdürlüğüne başvurmaları gerekir” hükmü yer almaktadır.
Ek-81’de iki adet taahhütname örneği yer almaktadır. İlki “Antrepo açıp işletme talebinde bulunacaklardan alınacak taahhütname örneği”, ikincisi “Yanıcı, parlayıcı, patlayıcı veya muhafazaları için özel tertip veya tesisler gereken eşyanın konulmasına mahsus antrepo açma/işletme talebinde bulunacaklardan alınacak taahhütname örneği” olarak tanımlanmıştır. Her iki taahhütnamenin özel yükümlülükleri dışındaki giriş ve kapanış ibareleri Ek-79’daki taahhütname örneği ile aynıdır.
Hayatımızın her alanına giren hukuk, özel hukuk ve kamu hukuku şeklinde iki dala ayrılmıştır. Özel hukuk düzenlemelerinde taraflar kanun karşısında eşit konumda iken, kamu hukuku düzenlemelerinde devlet vatandaşın ve işletmelerin karşısında daha güçlü konumda bulunmaktadır. Özel hukuk düzenlemelerinin ihlali karşı tarafa tazminat talep etme hakkı sağlarken, kamu hukuku düzenlemelerinin ihlali halinde özel ve tüzel kişiler devletin tek taraflı cezai yaptırımları ile karşı karşıya kalırlar. Özel hukuka göre taraflar arasında bir özel sözleşme ile ilişki kurulabilir iken, kamu hukukuna göre devlet ile kişiler arasındaki ilişkiler çoğu kez “mevzuat” diye tanımlanan kurallar bütünü ile sağlanır. Dolayısıyla, özel hukuk hükümlerine göre imzalanan sözleşme hükümleri sadece sözleşmeye taraf olanlarca bilinir ve sözleşmenin bir örneği bu taraflarca muhafaza edilir iken, bir alanda düzenleme getiren kamu hukuku kurallarını içeren “mevzuat” Resmi Gazete’de yayımlanır ve herkesin rahatlıkla erişebileceği bir platformda kullanıma açık tutulur.
Bu bakımdan hak aramada, kamu hukuku düzenlemelerinin bilinmediği yönündeki tezler kabul görmez. Bu kural bir kamu hukuku düzenlemesi olan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kanunun bağlayıcılığı” başlıklı 3 üncü maddesinde “Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz” hükmü ile vücut bulmuştur. Kaldı ki, özel hukuk alanına giren ilişkilerde özel durumlar ve özel kurallar sözkonusu olabilecek iken, kamu hukuku alanında kişiye veya özel durumlara göre değil genel prensiplere göre hüküm vaz’edilir. Bu bağlamda vergi ödeme yükümlülüğü getirilecekse, vergi muafiyeti kuralı konulacak ise herkese uygulanacak olacak şekilde kural konulur. Keza, askerlik her erkek için bir yükümlülük olarak belirlenir. Askerden muaf olmak için de genel kurallar konulur.
Şüphesiz ki, eğitim düzeyinin düşük veya yüksek olmasına, dış dünyaya açık veya evde geçen bir yaşam tarzı sürdürülmesine, kentsel veya kırsal alanda ikamet edilmesine, sürekli aynı yerleşim yerinde bulunulmasına veya sık seyahat edilmesine, günlük gelişmelerin medyadan az veya çok izlenmesine bağlı olarak, kişilerin mevzuat bilgi düzeyleri farklı olmaktadır. Ancak, bir kişinin “hırsızlık yapmanın suç olduğunu bilmiyordum” ya da “insan öldürmenin hapis cezası ile cezalandırıldığını bilmiyordum” demesi bir savunma tezi olarak kabul edilemez.
Mahkemeler bile kişilerin gıyabında verdiği kararı muhatabına tebliğ edemiyorsa, bunu Resmi Gazete’de yayımlıyor ve kararın ulaşamadığı kişilere karar tebliğ edilmiş sayılıyor. Bu bakımdan, Resmi Gazete’de yayımlanmış bir mevzuat düzenlemesinin tüm hükümleri, bu düzenleme ile ilgili olanları bağlamakta; ayrıca bu kişilerden bir taahhütname alınmasına gerek bulunmamaktadır.
Özellikle, Gümrük Hukuku alanında faaliyet gösteren gerçek veya tüzel kişilerin bu alandaki düzenlemelerden bihaber olması düşünülemez. Bu hukuk alanı ne ölçüde spesifik bir alan ise o ölçüde uzmanlaşmış kişiler bu alanın kuralları ile muhatap olmaktadır.
O halde, neden özel hukuk alanındaki bir ilişki nedeniyle talep edilebilecek “taahhütname” gümrük işlemlerinde aranır, anlamakta güçlük çekiyorum.
Siz hiç Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın “Kurumlar vergisini ödeyeceğimi, ödemediğim takdirde Kurumlar Vergisi Kanunu hükümlerine göre kesilecek cezaları ödeyeceğimi kabul ve taahhüt ederim” şeklinde bir taahhütname talep ettiğini gördünüz mü?
Veya Milli Savunma Bakanlığı’nın “Askerlik görevimi kanunda belirtilen şekilde yerine getireceğimi, getirmediğim takdirde Askerlik Kanununa göre hapse atılmayı kabul ve taahhüt ederim” ibaresini içeren bir taahhütname talep ettiğine şahit oldunuz mu?
Ya da, İçişleri Bakanlığı’nın “Trafik ehliyetimi aldığım tarihten itibaren, tüm trafik kurallarına uyacağımı, hız sınırlarını aşmayacağımı, aracımı zamanında muayene yaptıracağımı, yanlış yere park etmeyeceğimi, bu kuralları ihlal etmem halinde ceza ödemeyi kabul ve taahhüt ederim” şeklinde bir taahhütname imzalattıktan sonra ehliyet dağıttığını duydunuz mu?
Ama bu konudaki kuralları ihlal ettiğimizde para cezası veya hapis cezası ile cezalandırılırız ve kimse “bu konuda size taahhütname vermedim ki, neden cezalandırılıyorum” diyemez.
Bu taahhütnameler malumu ilan hükümleri de içeriyor. Örneğin “ ….. aksine bir durumun tespit edilmesi halinde doğacak tüm hukuki sonuçları kabul edeceğimi taahhüt ve beyan ederim” ne demek? Yani taahhütname ilgili kişi tarafından imzalanmadığında onun hakkında bir hukuki sonuç doğmayacak mıydı? Ya da “4458 sayılı Gümrük Kanunu ve Gümrük Yönetmeliğinin öngördüğü bütün hususlara riayet edeceğimize; aksi takdirde firmamız yetkilileri hakkında 4458 sayılı Gümrük Kanunu, 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun ve buna ilişkin Karar ile 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu hükümlerinin uygulanmasını kabul ve taahhüt ederiz” şeklinde taahhüt verilmese idi, bunker ve liman bayiinin kaçakçılık yapmasına göz mü yumulacaktı?
Keza, taahhütnamede taahhüt edildiği halde, ihtilaf halinde özel ve tüzel kişilerin yargı mercilerine müracaatları da engellenemiyor. Örneğin, Ek-79’daki ve Ek-81’deki taahhütnamelerde “Kanun, tüzük, yönetmelik ve emirlere ve de işbu taahhütnameye uyulmamasından dolayı geçici depolama yerine (antrepoya) konulan eşyanın ziyaa uğradığı tespit edildiği takdirde, terettüp edecek bütün sorumluluğu kabul etmeyi, devlet haklarına ait tazminat ve zarar ziyanı mahkeme hükmüne veya hakem kararına gerek kalmaksızın Bakanlığın isteği üzerine derhal ödemeyi ve ziya uğrayan eşyanın vergilerini itirazsız vermeyi, …. kabul ve taahhüt ederiz” taahhüdünde bulunulduğu halde, anılan ziya hallerinde bu işletmelerin otomatik olarak zarar ve ziyanı karşılamadığı ve mahkemede hak arama yoluna gittikleri bilinen bir gerçektir.
Aynı şekilde; “… herhangi bir nedenle eksik alınan her türlü vergi, resim ve harç v.b. mali yükümlülüklerin daha sonra tarafımızdan istenildiği takdirde hiçbir itirazda bulunmaksızın ilk talep edildiğinde ilgili gümrük saymanlığı veznesine ödemeyi ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu ile 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkındaki Kanun doğrultusunda doğabilecek idari, mali ve hukuki yükümlülüklerimi yerine getirmeyi taahhüt ve kabul ederim” şeklinde verilen taahhütnameye rağmen laboratuvar tahlillerine itiraz edilerek, ikinci tahlil ve idari dava yollarına gidilmektedir.
Öyleyse, gümrüklerde “taahhütname” talep etmeden neden vazgeçilmez? Neden “kişilerden özel taahhüt alınmasa dahi mevzuat hükümleri gümrük idaresini yeterince koruyor” şeklinde bir düşünce idarede hâkim kılınmaz? Neden on yıllarca açık geçici depolama, antrepo işletmelerinin, bunkerlerin taahhütnameleri tozlu dosyalarda saklanmak zorunda kalınır? Neden bunlar kaybedildiğinde memurun canı yakılır?
Özcesi an itibarıyla, kamu hukuku düzenlemeleri ile mevzuat güvencesi altında alınmış gümrük haklarını savunma adına, gümrük teşkilatının “taahhütname” adlı bir hukuk garabetine ihtiyacı kalmamıştır.