Ömer Haluk TURANLI
UGM EĞİTİM DANIŞMANI
Türkiye ekonomisinin dönüm noktalarından “24 Ocak 1980 Kararları”, devletçiliğin sonu olmuştu. Bu kararlar doğrultusunda döviz kuru ve faiz oranları serbest bırakıldı, kamu harcamaları kısıldı, teşvikler özel sektöre kaydırıldı, ihracat teşvik edildi ve ithalat liberalleştirildi. Günümüzde ihracat bedellerinin takibi ve Merkez Bankasına satılma mecburiyeti, döviz ile sözleşme yapma yasağı gibi Cumhuriyet’imizin ilk yıllarındaki korumacı uygulamaların benzerleri yine sahnede.
Değerli okuyucularımız, dergimizin bu sayısının teması Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılı. Dolayısıyla ben de bu tema ışığında kambiyo işlemlerine değinecek ve sizi kısa bir yolculuğa çıkaracağım.
Kambiyo teriminin kökeni İtalyanca “Cambio” kelimesine dayanmakta ve değişim veya dönüşüm anlamına gelmektedir. Özellikle para birimlerinin birbirine dönüştürülmesi veya değiştirilmesi anlamında kullanılır. Dolayısıyla kambiyo terimi bizde de döviz işlemleri ve dış ticaret işlemleri için kullanılır. Türk Dil Kurumu'na göre "kambiyo," yabancı paraların alım ve satım işlemlerini, döviz kurlarını, ödemeleri ve benzeri finansal işlemleri kapsayan bir terimdir.
Bildiğiniz gibi kambiyo sistemi ülkenin genel para politikasının, ticari ve finansal yapısının önemli bir parçasıdır. Bu yüzden Osmanlı’nın son dönemlerine bakmadan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve sonrasındaki genel ekonomik ve finansal gelişmelere değinmeden salt kambiyo mevzuatına odaklanmak anlamlı olmayacaktır.
BANK-I DERSAADET…
Osmanlı İmparatorluğu’nda kambiyo sisteminin mevcut olduğunu ama “kurumsal ve sistematik bir yapıda olmadığını” görüyoruz. 623 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nda bankacılık sistemine ya da benzeri bir kuruma, Tanzimat Dönemi’nde 1847 yılında kurulan Bank-ı Dersaadet’e (İstanbul Bankası-Banque de Constantinople) kadar rastlanılmamaktadır1.
Bu bankanın kuruluş sebebi de aslen kambiyo ile ilgili olup, Osmanlı İmparatorluğu’nun artmakta olan ithalatının, sabit bir döviz kuru üzerinden dış mali piyasalara yazılacak poliçelerle finanse edilmesi uygulamasına dayanmaktadır2. Bu kararla 1 Sterlin = 110 Kuruş ve 24 Frank = 100 Kuruş olarak sabitlenmiştir. Bankanın kurları sabit tutmaya çalışırken spekülasyonlara bulaşması ise bankayı iflasa götürmüştür3.
Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla birlikte, modern anlamda kambiyo mevzuatı oluşturulmaya başlanmış, ulusal ve uluslararası ticaretin gelişimi doğrultusunda çeşitli yasal düzenlemeler yapılmıştır.
Hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin izleyeceği ekonomik politikaların belirlenmesi için start Cumhuriyet kurulmadan önce, Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresinde verilmiştir.
CUMHURİYET’İN İLK YILLARINDA İKİ ÖNEMLİ HANDİKAP
Genç Cumhuriyet’in hareket alanını 1923-1930 yılları arasında oldukça kısıtlayan iki önemli handikap mevcuttu. Bunlardan ilki; Lozan Barış Anlaşması’nın Türkiye Cumhuriyeti’ni, imparatorluk devri son gümrük tarifelerini 1923-1928 yılları arasında da değişmeden uygulamaya zorlayan hükmü idi4.
Bu hüküm devletin dış ticaret politikasına müdahalesini sınırlayan önemli bir etken olmuştur. Bu hükme göre, Türkiye, 24 Ağustos 1928 tarihine kadar Britanya, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya’ya 1 Eylül 1916’daki Osmanlı gümrük tarifelerini uygulayacaktı5.
Aynı sözleşme ile Türkiye, belli istisnalar dışında yurda mal sokmayı ve yurttan mal çıkarmaya ilişkin yasakları kaldırmayı ve bunları yeniden yürürlüğe koymamayı taahhüt ediyordu. Bu hükümler, Türkiye’nin iç pazarı koruyucu nitelikte bağımsız bir gümrük ve dış ticaret politikası izlemesini engellemekteydi.
İkinci dezavantaj; devletin anlaşmaları gereği, 1930'a kadar Osmanlı Bankası'nın yerini alabilecek bir merkez bankası kuramaması ve buna bağlı olarak bilinçli bir para politikasını uygulayamamış olmasıdır4.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen ve her ne kadar merkezî bir para otoritesinin yokluğu koşullarında, kurlar piyasa işlemleri içinde serbestçe belirlenmiş olsa da bu dalgalı kur düzeni içinde 1929 yılına kadar TL değerini koruyabilmişti.
1929 BUHRANI…
1929’da yaşanan ekonomik buhran ise zaten kırılgan olan finansal yapıyı iyice zorlamıştı. Öyle ki; 1925-1928 yılları arasında sterlin karşısında %6, dolar karşısında %5 değer yitiren Türk lirasının değer kaybı, 1929’da yaşanan ekonomik şok içinde sadece bir yıl içinde %5 düzeyine ulaştı5.
Bu açmazlar içinde, Türk parasının değerinde istikrarı sağlamak amacıyla atılan ilk adım, Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu’nun öncülü olduğunu söyleyebileceğimiz, 16 Mayıs 1929 tarihli ve 1447 sayılı Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsaları Kanunu’nun çıkarılması olmuştu5. Bu Kanun, döviz üzerindeki spekülasyonu yasaklıyor, kişi ve kurumların gereksinimleri olmadıkça dolaylı ya da dolaysız biçimlerde döviz alıp satamayacaklarını hükme bağlıyordu. Buna göre, döviz gereksinimleri bir liste şeklinde önceden saptanacaktı. Döviz işlemleri üzerinde kısmi bir denetim kuran bu düzenleme, kambiyo bunalımını yine de önleyememiştir (bu uygulamaya benzer uygulamaları bugün Arjantin, Etiyopya, Mısır gibi ülkelerde görmekteyiz).
TÜRK PARASI KIYMETİNİ KORUMA KANUNU…
Alınan tedbirlerin yetersiz kalması ve genel durum, yukarıda bahsi geçen kanunun çıkarılmasından 285 gün sonra, 25 Şubat 1930 tarihli 1567 sayılı Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında Kanun’un (TPKK) yürürlüğe girmesine vesile olmuştur5 (kanun 20.02.1930 tarihinde TBMM’ce kabul edilmiştir). Kanunun 6’ncı maddesinde üç yıl olarak belirlenen geçerlilik süresi, zaman içinde birçok kanunla sürekli olarak uzatılmış olup, hâlen yürürlüktedir.
TPKK’nın yürürlüğe girmesi, yukarıda bahsi geçen ve devletin banka kurmasını engelleyen anlaşmaların sona ermesi sayesinde T.C. Merkez Bankası’nın kurulması (11.06.1930 tarih, 1715 sayılı yasa ile) ve uygulanan politikalar kısa vadede faydasını göstermeye başlamış; Türkiye 1929 bunalımının olumsuz etkilerine karşın bir yandan ithalatını miktar olarak kısarak öte yandan ihracatını miktar olarak artırarak, dış ticaret hadleri aleyhine gelişmesine karşın dış ticaret açığını ortadan kaldırmış, 1932-33 yıllarına gelindiğinde azımsanmayacak bir dış ticaret fazlası verir duruma gelmiştir. Bu anlamda Kanun, finansal iyileşme sürecinin yapı taşlarından birisi olmuştur.
İHRACAT BEDELİ TEDBİRLERİ…
O yıllarda uygulamada olan ve günümüz uygulamalarına benzerlik gösteren bir diğer tedbir de ihracat bedelleri ile ilgiliydi. Buna göre ihracat yapanlar tahsil ettikleri ihracat bedellerini 15 gün içinde bir bankaya satmaya ya da T.C. Merkez Bankasında kendi adlarına açılmış hesaplara yatırmaya mecbur tutulmuşlardır. Bunu takip eden bir başka uygulama doğrultusunda Türkiye’deki bankalar ve bankerler, nezdlerindeki üçüncü şahıslara ilişkin tüm dövizleri on gün içinde Merkez Bankasına devire mecbur tutulmuşlardır. Bu mevduatı sahipleri ancak ihtiyaç listelerindeki mallar için kullanabilmişlerdir5.
2. DÜNYA SAVAŞI…
Bütün bu düzenlemeler finansal sistemi yoluna koydu derken 1939’da patlak veren 2. Dünya Savaşı güçlükle oluşturulan kırılgan yapıyı zorlamıştır. Öyle ki, savaş yıllarında bazı ürünlerin üretimi Türkiye’nin kendi ihtiyacını bile karşılayamayacak seviyelere gerilediğinden, ihracat önce bazı ürünler nezdinde kayda bağlanmış sonrasında ise ürün ayırımı yapılmaksızın tüm ihracat işlemleri ön izne tabi tutulmuştur, ayrıca ihracattan gümrük vergisi de alınmıştır6. Bunun dışında, uluslararası taşımacılıktaki kesintiler ve üretim unsurlarının savaş amacıyla kullanılışı gibi etkenler ithalat ve İhracatımızın miktar olarak azalmasına sebep olmuştur. İhracatın sınırlandırılması uygulamasına ancak 2. Dünya Savaşı bittikten sonra son verilmiştir.
LİBERAL POLİTİKALAR
Savaşın bitimiyle ithalat ve ihracat önemli miktarda artmış, korumacı ve devletçi politikalar bir anda olmasa da yerini liberal ve dış piyasalara açık politikalara bırakmaya başlamıştır. Yine de günümüzdeki gibi bir serbestinin oluşması 1982 yılına kadar gerçekleşmemiştir. Keza 1945-1982 yılları arasında kişilerin şahsi tasarruflarının dışında döviz bulundurmaları yasaktı. Bu anlamda o kadar katı kurallar vardı ki, eğer üzerinizde döviz ile yakalanırsanız 500 TL'den 10.000 TL'ye kadar para cezası, 1 yıla kadar hapis cezası gibi ciddi cezalarla karşılaşmak, bu doğrultuda gözaltına alınmak ve üzerinizde bulunan dövize el konulması gibi yaptırımlarla karşılaşılıyordu. Döviz bulundurma yasağı, 1982 yılında çıkarılan 2633 sayılı Döviz Tevhid ve Satım Kanunu ile kaldırıldı.
24 OCAK KARARLARI
Asıl ve hızlı bir liberalleşme de zaten Türkiye ekonomisinin dönüm noktalarından biri olan “24 Ocak Kararları” olarak da bilinen ekonomik program ile başladı. Bu kararlar aynı zamanda devletçiliğin de sonu olmuştu keza bu kararlar doğrultusunda döviz kuru serbest bırakıldı, faiz oranları serbest bırakıldı, kamu harcamaları kısıldı, teşvikler özel sektöre kaydırıldı, ihracat teşvik edildi ve ithalat liberalleştirildi.
Yine de ithalat ve ihracat işlemlerinde kayıt ve takip uygulamalarına son verilmesi 2000’li yıllara kadar gerçekleşmemiştir. Keza hem ithalatta hem de ihracatta hesap kapatma mecburiyeti sırasıyla, 8 Şubat 2008 tarihli TPKK Hakkında 32 Sayılı Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair 2008/13186 Sayılı Karar ve 28 Şubat 2008 tarihinde yayınlanan TPKK Hakkında 32 Sayılı Karara İlişkin 2008-32/34 Sayılı Tebliğ ile tamamen uygulamadan kaldırılmıştır. Bu tarihten itibaren bankaların tek görevi ithalat, ihracat ve görünmeyen işlemler dışında kalan, yurt dışına yapılan 50.000 ABD doları ve eşiti dövizi aşan transferlere ilişkin bilgileri, transfer tarihinden itibaren 30 gün içinde Bakanlıkça belirlenecek mercilere bildirmekle sınırlandırılmış olup, bakanlık tarafından da herhangi bir yaptırım uygulamasına gidilmemiştir.
YENİDEN İHRACAT BEDELİ TEDBİRLERİ
İhracat tarafında bu serbesti nispeten kısa sürdü; 4 Eylül 2018 tarihinde yayınlanan 2018-32/48 no.lu tebliğ ile ihracat bedellerinin 180 gün içerisinde Türkiye’ye getirilmesi ve %80’inin bankaya bozdurulması zorunluluğu geri getirildi. Ardından 31 Aralık 2019 tarihinde yayınlanan 2019-32/56 no.lu tebliğ ile ihracat bedellerinin bozdurulma mecburiyeti kaldırıldı ama 180 gün içinde yurda getirme mecburiyeti sürdü. 31 Aralık 2021 tarihinde İhracat Genelgesi’nde yapılan değişiklikle yurda getirilen ve İBKB* veya DAB*’a bağlanan ihracat bedellerinin %25’inin Merkez Bankasına satılması mecburiyeti yeniden getirildi. 18 Nisan 2022 tarihinde yapılan değişiklik ile de bu oran %40 olarak güncellenmiş olup an itibariyle yurda getirilen ve İBKB* veya DAB*’a bağlanan ihracat bedellerinin %40’ının Merkez Bankasına satılması mecburidir.
Güncel ekonomik durum hepinizin malumu, birlikte gözlemliyoruz ki, ihracat bedellerinin takibi ve Merkez Bankasına satılma mecburiyeti, döviz ile sözleşme yapma yasağı gibi Cumhuriyet’imizin ilk yıllarındaki korumacı uygulamalara benzer uygulamalar yine sahnede. Önümüzdeki günler için yorum yapmak ise oldukça zor.
Kaynaklar
1)Apak, Sudi ve Arzu Tay (2012:12). “Osmanlı Devleti’nin 19. Yüzyıldaki Finansal Sisteminde Osmanlı Bankası’nın Yeri ve Faaliyetleri”, Muhasebe ve Finans Tarihi Araştırmaları Dergisi, Temmuz
2)Bulut, Mehmet (2017). “Modern İktisat-Finans Geleneği ve Osmanlılar”, İslam Ekonomisi ve
Finansı Dergisi, 1: 33-58.(2(Bulut, 2015: 6)
3)https://www.dogrulukpayi.com/bulten/turkiye-nin-tarihsel-olarak-kur-degisimleri (Koray Kaplıca)
4)Yay, Gülsün Gürkan, 1998:291 (İlkin ve Tekeli, 1977:68)
5)https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/turk-parasinin-kiymetini-koruma-hakkinda-kanun/?pdf=3308 (Günal Seyit)
6)Sicilli Kavanin (Kanunlar Kütüğü), cilt:23,s.365.
*İBKB: İhracat Bedeli Kabul Belgesi
*DAB: Döviz Alım belgesi