BİR BİLENE SORDUK

DEĞİŞİM CESARETİ...

UGM

Tuğçe YAZGAN
UGM EĞİTİM UZMANI

Yaşam yolculuğumuzda “deneyime açık olmanın”, tüm karar sistemimizi etkilediği yadsınamaz bir gerçek. Değişim cesareti gösteremediğimiz ve bilinmeze adım atmadığımız her durumda aynı döngüleri yaşıyor; risk almadan ve heyecan duymadan yolculuğumuzu sonlandırıyoruz. “Hedefler belirlemek ve hedefler doğrultusunda adım atıyor olmak” bizleri büyütüyor ve hayattan aldığımızın hazzın artmasını sağlıyor. Tüm mesele korku alanını yenip o ilk adımı atabilmekte. 

Doğum, yaşam ve ölüm. Hepimizin ortak paydası değil mi? Doğumla birlikte gelen genetik özelliklerimiz, zaman içinde gelişen hikâyelerimiz ve yaptığımız seçimlerle birbirimizden farklılaşıyor; ortak paydalarımız üzerine kendi benzersiz deneyimlerimizi ekliyoruz. Bu deneyimleri elde ederken de benzerlikler yaşıyoruz elbette; ancak hepimizin hikâyesi, yaptığımız seçimler ve karşılığında ödediğimiz bedellerle tek ve biricik.

LİMBİK SİSTEM…

Yaşamımızdaki her seçimi beynimizin bir çıktısı olarak düşünebiliriz. Dış etkenlerden gelen uyarılar öncelikle bizde bir duygu uyandırır; neticesinde kararlarımızı alır ve eyleme geçeriz. Bu etkenlere karşı bedenin fonksiyonel organlarına ve duygusal davranışlara verdiği cevapları kontrol eden limbik sistemdir. Bu sistem aynı zamanda duygusal tepkilerimizden ve var olma içgüdümüzden sorumludur. Kendimizi güvende hissetmek, birine âşık olmak, birinden nefret etmek ve benzeri hisler bu sistem tarafından yönlendirilir. Gün içerisinde verdiğimiz birçok karar da limbik sistemimizden çıkar. Ayrıca, limbik sistem, sürekli olarak risk analizi yapma yeteneği ile dikkat çeker. Bundan dolayı, genellikle potansiyel riskleri minimize etmeye yönelik kararlar alırız.

Aşağıdaki resimde gösterilen yerde olsaydınız hangi yolu tercih ederdiniz?

dış mekan, manzara, çim, gökyüzü içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Bu soru 500’den fazla kişiye yöneltilmiş. Yaklaşık yüzde 90’ı sol tarafı seçmiş. Yüzde 10’un neden sağa kıvrılan yolu seçtiğini irdelediğinde bu kişilerin dağcılık, trekking ve kamp yapmaya ilgileri ya da bu alanlarda tecrübeleri olduğunu görülmüş. [i]

Görseli incelediğimizde yönlendirici ögeler olduğunu görürüz. Örneğin sol tarafın daha aydınlık ve görünür olması; onun orman, dağ ve karanlık içeren sağ taraftan daha risksiz olduğu yönünde bir düşünce veriyor bize. Sağ taraf daha fazla belirsizlik içeriyor. İşte tam bu anda limbik sistem bir risk analizi yapıyor ve önceki tecrübelerine de dayanarak aydınlık ve engebesiz tarafın daha güvenli/konforlu olduğunu fısıldıyor bizlere. 

Sağ tarafı, tepelere uzanan yolu tercih eden insanların beyni de aynı şekilde işliyor aslında. Fakat onların limbik beyinlerinde sol tarafı tercih edenlere göre farklı ve güzel anılardan beslenen deneyimler var. Soldakine göre daha yüksek risk potansiyeli barındırdığını bilmelerine rağmen daha konforsuz olan sağdaki yolu tercih ediyorlar. Sağ tarafın verdiği bilinmezlik heyecanı, geçmiş tecrübeleri ve bunlara karşı olumlu duyguları beyinlerinin klasik işleyişini manipüle ediyor ve konfor alanlarının dışına doğru adım atmalarına sebep oluyor. 

Çoğunluğun seçimini değerlendirdiğimizde limbik sistemin “acıdan, riskten kaçmak” ve “bilinenin, tanıdık olanın peşinden gitmek” şeklinde çalıştığını görüyoruz. Beynimiz karar alırken “zorlanmak yerine ona en az efor sarf ettirecek” yolu seçiyor. Bu da alışkanlıklarımızın ve konfor alanı olarak adlandırılan bölgenin yaratılmasına olanak sağlıyor. 

KONFOR ALANI…

Konfor alanı ifadesi, ilk kez yönetim düşünürü Judith Bardwick tarafından “kişinin, genellikle risk duygusu olmadan, sabit performans düzeyi sağlamak için sınırlı bir dizi davranış kullanarak; kaygıdan bağımsız bir konumda faaliyet gösterdiği davranışsal durum” diye tanımlanmıştır.[ii] Yani, “kaygıdan uzak, kontrolün elimizde olduğu, güvende hissettiğimiz ve rutinlerin devam ettiği” yer bizim konfor alanımız. Aslında konfor alanı bizim mutlu veya huzurlu hissettiğimiz yer değil, yalnızca aşina olduğumuz durumların içinde bulunmamızdan ibaret. Bardwick, konfor alanını bir grafikle şöyle modelliyor:   

          metin, daire, ekran görüntüsü, yazı tipi içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Rahat ve güvende hissedilen konfor alanından çıkıldığında, öğrenme ve büyüme bölgelerine giden yoldaki adım olarak korku alanı bizi takip eder. Cesur olmamız gereken yer işte tam da bu nokta. Yeni olanla ilk temasın sağlandığı, özgüvenimizin nispeten düşük olduğu, belirsizliklerle mücadele ettiğimiz ve belki de kaygımızın en yüksek seviyede olduğu yer. Çünkü her zaman tutarlı ve tanıdık olanı seçme eğiliminde olan zihnimizin yeniyle teması bize aşina olmadığımız duyguları getirir. Bu durumda anksiyete ve stres gibi durumlarla karşılaşma olasılığı artarken; zihnimiz var olan eski kalıplara yani güvenli konfor alanına dönmek için bizi yönlendirmeye çalışır. 

ÖĞRENME ALANI…

Korku alanından çıkmayı başarabildiğimizde öğrenme alanıyla karşılaşırız. Yeni fırsatları kovalar, yeni şeyler öğrenir ve böylelikle bu yenilikleri zihnimize aşina kılarak yeni bir konfor alanı yaratmaya başlarız. Ancak yıllardır tekrarlanan, kalıplaşmış davranışlar bir günde oluşturulmadığı gibi bir günde de silinmezler. Konfor alanımızdan çıktığımızda zihnimiz bizi durdurmaya çalışır, bilmediği bir yer olduğunun sinyalini verdiği için stres artar. Bu nedenle yeni duruma karşı istikrarlı ve sabırlı davranmak önemlidir.

“Korkuyu yenmenin verdiği cesaret ve keşfetmenin verdiği haz” büyümemizin de kapılarını açar. Elde ettiğimiz yeni deneyimlerle yapabileceklerimizin sınırını görür, kendimizi keşfetmek yolunda da adım atmış oluruz. Yani konfor alanı zaman içinde kişinin hayatına yeni eylemler, deneyimler ve düşünceler katmasıyla genişler. Bu alanın dışına çıkmayı başaran kişiler genellikle hayatta gelişime ve gerçek potansiyellerine ulaşmaya doğru ilerlerler.

Diğer yandan konfor alanının her ne kadar güvenli gibi görünse de ödediğimiz bedellerle aslında yıkıcı etkiye sahip olduğunu görürüz. Rahatlık, konfor ve monotonluk ilk dönemlerde oldukça keyifli bir düzen gibi gelse de, zamanla “bu durumun içine hapsolduğu fikri” bireylerde değişimden korkma duygusuna sebep olmakta ve bu duygu kişileri mutsuz kılmaktadır. 

SEÇİMLER VE BEDELLER…

Hayatımız yaptığımız seçimler ve karşılığında ödediğimiz bedellerle şekillenir. Zihnimiz bizi her zaman güvenli olana yönlendirmek istese de, o alanda bulunmanın da bir bedeli vardır. Girdiğimiz sağlıksız ilişkilerin içinden çıkamama, kendimizi geliştirememe gibi bedeller öderiz. Fakat değişim korkumuzun bu duygulardan daha kuvvetli olduğu durumlarda “işte o konfor alanı dediğimiz ama adının aksine aslında hiç konforlu olmayan çoğunlukla bizi mutsuz kılan” alana sıkışıp kalırız. 

KABUK DEĞİŞTİRME…

Istakozların kabuk değiştirme hikâyesi bu konuya güzel bir örnek teşkil eder. Istakozlar, kabukları içerisinde büyüdükçe bu kabuğa sığmamaya başlarlar. Kabuğun içinde sıkışan ıstakoz yoğun bir acı içindedir. Sonunda denizdeki diğer tehlikeli canlılardan korunmak için bir kayanın altına geçerek saklanır ve orada kabuğundan kurtulur sonra yeniden kabuk üretmeye başlar. Bir süre sonra bu kabukta ona dar ve sıkışık gelmeye başlayınca bu kabuktan kurtulmak içinde yine aynı şekilde bir kayanın arkasında ondan kurtulur ve yeniden bir kabuk üretir. Istakoz, kabuğundan kurtulma isteği sayesinde büyür ve gelişir, her kabuk değiştirdiğinde biraz daha büyümüştür artık. Eğer kabuğundan rahatsızlık duymasaydı ve tüm sıkıntılarına rağmen hiç kabuğunu değiştirmeseydi asla büyüyemezdi. Kabuğundan duyduğu rahatsızlık onun değişim için tetikleyicisi oldu. 

DENEYİME AÇIKLIK…

Yaşam yolculuğumuzda “deneyime açık olmanın”, tüm karar sistemimizi etkilediği yadsınamaz bir gerçek. Değişim cesareti gösteremediğimiz ve bilinmeze adım atmadığımız her durumda aynı döngüleri yaşıyor; risk almadan ve heyecan duymadan yolculuğumuzu sonlandırıyoruz. “Hedefler belirlemek ve hedefler doğrultusunda adım atıyor olmak” bizleri büyütüyor ve hayattan aldığımızın hazzın artmasını sağlıyor. Tüm mesele korku alanını yenip o ilk adımı atabilmekte.