BİR BİLENE SORDUK

DÜNYA EKONOMİSİ STAGFLASYON YA DA RESESYONA MI KOŞUYOR?

UGM

Rıza Mehmet KORKMAZ 

UGM Genel Müdürü

 

 

DÜNYA EKONOMİSİ STAGFLASYON YA DA RESESYONA MI KOŞUYOR?

 

Dünya ekonomisi son dönemde, özellikle Covid-19 pandemisi ve ardından Rusya-Ukrayna Savaşı’nın etkileriyle stagflasyonla yüz yüze geldi. Dünya Bankası’nın “Küresel Ekonomik Beklentiler 2022 Haziran Raporu’na” göre; Rusya’nın Ukrayna’yla savaşı ve bu savaşın   yol açtığı küresel arzda yaşanan dar boğazlar, artan taleple birlikte artan gıda ve enerji fiyatları, iklim değişikliği ve kuraklık riski, Covid-19 salgının verdiği zararla da birleşerek uzun süreli zayıf büyüme ve artan enflasyon dönemine girme ihtimali olan küresel ekonomideki yavaşlamayı daha da körükledi. Bu durum, özellikle orta ve düşük gelir grubundaki ülkeler için sıkıntılı sonuçlar yaratacak olan stagflasyon riskini de artırdı.

 

Piyasalar, dünyada enflasyonun 2022 ortalarına kadar zirve yapmasını ve ardından para politikalarındaki sıkılaştırmayla birlikte bir miktar düşse de yine de yüksek seyretmesini öngörüyor. Diğer yandan küresel büyüme de ters yönde seyrediyor; yılbaşından bu yana keskin bir düşüş seyri izledi ve bu gelecek on yıllık dönemin kalanında da 2010’lu yılların ortalamasının altında büyüme rakamları gerçekleşmesi bekleniyor. Üstelik Rusya-Ukrayna Savaşı’nın yakın tarihte biteceğine dair bir umut ışığı olmadığı gibi, 2023 kışında Rus doğal gazının misilleme olarak kesilmesi endişesi de Avrupa ülkelerini derinden sarsmış durumda.

 

Türkiye için bu koşullarda kısa vadede bir resesyon riski bulunmamakla birlikte, yüksek enflasyon ve ihracattaki ivmenin düşüşe geçmesi halinde oluşabilecek küçülme riskinin beraberinde bir stagflasyon ihtimalini gösterdiği unutulmalıdır. Önümüzdeki kışın, dünya ve ülkemiz ekonomisi için zor geçeceğini söylemek kehanet olmayacaktır. Dünyanın yavaş bir şekilde değil, çok keskin ve ivmeli bir şekilde resesyona gidebileceği de öngörülerek piyasanın güvenini artırıcı ekonomik tedbirler alınmasında ve mali disiplinden taviz verilmemesinde fayda vardır.

 

 

Son günlerde ekonomi çevrelerinde hatta günlük sohbetlerde dahi en hararetli tartışılan konularından birisi, şüphesiz ki, “dünya ekonomisinde stagflasyon hatta resesyon yaşanması” ihtimali. Peki, hakikaten böyle bir ihtimal var mı? Varsa ne kadar ciddi? Ülkemiz bundan nasıl etkilenir? Konuyu ele alırken öncelikle tanımları yerli yerine oturmakta yarar görünüyor.

 

STAGFLASYON NEDİR?

En basit anlatımıyla stagflasyon, “enflasyon ile işsizliğin bir arada görüldüğü, durgunluk içinde enflasyonun yaşandığı ekonomik bir buhran” durumudur. Stagflasyon, “bir ekonomide üretimin düştüğü veya en azından artmadığı, kullanılamayan üretim kapasitelerinin söz konusu olduğu, yetersiz ekonomik büyümenin olduğu bir ortamda, yaygın ve sürekli fiyat artışlarının yani enflasyonun da aynı anda görülmesiyle ortaya çıkan ekonomik durumu” ifade etmektedir. Bu terimi 1965 yılında ilk kez kullanan kişi de, bir ekonomist değil, İngiltere’de Muhafazakar Parti Milletvekili Iain Macleod’dur.

 

1973-74 PETROL KRİZİ…

Stagflasyon sözcüğünün günlük hayatımızda yer etmeye başlaması, 1973-74 Petrol Krizi sonrasına rastlamaktadır. Dünyada ham petrol fiyatlarındaki büyük yükselişle birlikte hem genel olarak fiyatlar artmış, hem de beraberinde işsizlik yaşanmıştır. 1973-1982 arasında gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, stagflasyonun etkisini hissetmişlerdir. Sonraki yıllarda dönem dönem bazı ülkelerde stagflasyon görülse de dünya sathında yaygın ve uzun süreli bir stagflasyon görülmemiştir. [1]

 

STAGFLASYONUN TEMEL NEDENLERİ…

Stagflasyonu açıklamaya çalışan teoriler, esas itibariyle, stagflasyondan bahsetmek için “yüksek enflasyon, yüksek işsizlik ve düşük büyümenin bir arada görülmesi gerektiğine” vurgu yapmakta ve temel nedenlerini şu unsurlara bağlamaktadırlar:  

-Mal ve emek piyasalarının farklı şartlar altında dengeye gelmeleri,

-İşsizlikle mücadele politikalarında yapılan yanlışlıklar,

-Eksik rekabet şartlarında çalışan firmaların yüksek fiyat politikaları,

-Ekonomide gelir paylaşımındaki mücadelenin şiddetlenmesi,

-Çalışma barışının bozulması, ücretlerin aşağıya doğru esnek olmaması,

-Teknolojik değişmeler.

 

KEYNESYEN YAKLAŞIMA GÖRE ÇELİŞKİLİ BİR DURUM…

Stagflasyon, Keynesyen ekonomide çelişkili bir durumu da ifade etmektedir. Zira Keynesyen yaklaşım, “bir ekonomide belirli bir anda işsizlik veya enflasyondan sadece birisinin yaşanacağı modellere” dayandırılmış ve “her iki ekonomik sorunun aynı anda yaşanması durumunu” öngörmemiştir. Dünya ekonomisinde 1929 Büyük Dünya Ekonomik Buhranı ve İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan yüksek enflasyon ve yüksek istihdam da Keynesyen teoriyi başlarda desteklemişlerdir. Ancak 1973 Enerji Krizi’nin doğurduğu hızlı fiyat artışlarıyla birlikte görülen yaygın işsizlik, ekonomik kuramları da sarsmıştır. Enflasyonu önlemeye yönelik olarak “geleneksel araçlarla daraltıcı para ve maliye politikalarının uygulanması”, işsizliği daha da şiddetlendirmiştir. Öte yandan, işsizliği azaltmak için genişletici politikalar izlenmesi de enflasyon hızını büsbütün artırmış ve bir ikilem ortaya çıkmış; yüksek enflasyon, küçülen büyüme ve işsizlik bir arada görülmüştür. İşte bu ikilemi gidermek için “ekonomik teoride yeni yaklaşımlar geliştirilmesi ve oluşan yeni sorunların çözümünde başka yöntemlere başvurulması” gerekmiştir.

 

FRIEDMAN VE PHELOS’A GÖRE…

Milton Friedman ve Edmund S. Phelos gibi ekonomistlerin savunduğu parasalcı yaklaşıma göre; şayet çalışanlar, önümüzdeki dönemde enflasyonun yükseleceğini öngörüyorlarsa, halen aldıkları ücretler onları çalışmaya yöneltmemekte, çalışmak için ancak yüksek ücretli işleri beklemektedirler. Zira çalışanlar, fiyat artışlarının elde ettikleri parasal ücretlerinin reel değerini düşürdüğünü bilmektedirler. Sonuçta uzun dönemde fiyat artışları, işsizliğin de artmasına neden olmaktadır.

 

Stagflasyon konusundaki bir diğer açıklama, Keynesyen modellere dayanmakta ve stagflasyonun nedeni olarak, “ekonomiyi etkisi altına alan talep ve arz şoklarına karşın, ücret ve fiyatların aşağı yönde esnek olmamasını” göstermektedir. Toplam talebin bileşiminde ortaya çıkan değişiklikler dolayısıyla bazı sektörlerdeki mallara talep artarken, diğerlerinin talebi azalabilmektedir. Artan talep görülen sektörlerde üretim de artar; ancak makine, teknik donanım ya da personel yetersizliği üretim artışını sınırlandırabilir. Dolayısıyla bu sektörlerde talep artışı, yeterince üretim artışı yaşanmadığından kısa dönemde fiyat ve ücret artışları ile sonuçlanır. Talep düşüşü yaşanan sektörlerde ise, fiyatların düşmesi yerine işten çıkartmalar ve üretimin azaltılması yaşanır. Zira işverenlerin karlarında düşüş olsa da, işçiler daha düşük ücretlerde çalışmaya razı olmazlar. Hal böyle olunca da, işverenler işçilerin bir bölümüyle yollarını ayırarak maliyetlerini düşürmeyi denerler. Sonuçta, toplam talebin sabit olduğu, ancak talep bileşiminin değiştiği durumlarda; ekonomide fiyatlar yükselmekte, işsizlik oranı ise artmaktadır.

 

COVID-19 PANDEMİSİ VE RUSYA-UKRAYNA SAVAŞI’NIN ETKİSİ…

Dünya ekonomisi son dönemde, özellikle Covid-19 pandemisi ve ardından Rusya-Ukrayna Savaşı’nın etkileriyle stagflasyonla yüz yüze geldi. Dünya Bankası’nın “Küresel Ekonomik Beklentiler 2022 Haziran Raporu’na” göre; Rusya’nın Ukrayna’yla savaşı ve bu savaşın yol açtığı küresel arzda yaşanan dar boğazlar, artan taleple birlikte artan gıda ve enerji fiyatları, iklim değişikliği ve kuraklık riski, Covid-19 salgının verdiği zararla da birleşerek uzun süreli zayıf büyüme ve artan enflasyon dönemine girme ihtimali olan küresel ekonomideki yavaşlamayı daha da körükledi. Bu durum, özellikle orta ve düşük gelir grubundaki ülkeler için sıkıntılı sonuçlar yaratacak olan stagflasyon riskini de artırdı.

 

IMF “DÜNYA EKONOMİK GÖRÜNÜMÜ TEMMUZ 2022 RAPORU”…

IMF’nin “Dünya Ekonomik Görünümü Temmuz 2022 Raporu’nda” (Tablo 1); küresel büyümenin, 2021 yılı oranı olan %6,1’den 2022 yılında %3,1’e düşeceği; 2023 yılında da bu düşüşün devam ederek %2,9 olacağı; özellikle ABD ve Euro Bölgesi’nde bu düşüşün daha sert gerçekleşeceği tahmin ediliyor. Dünya Bankası’nın 2022 için büyüme tahmini ise %2,9’dur.

 

(Tablo 1)

 

 

PİYASALARDAKİ BEKLENTİ…

Piyasalar, dünyada enflasyonun 2022 ortalarına kadar zirve yapmasını ve ardından para politikalarındaki sıkılaştırmayla birlikte bir miktar düşse de yine de yüksek seyretmesini öngörüyor. Diğer yandan küresel büyüme de ters yönde seyrediyor; yılbaşından bu yana keskin bir düşüş seyri izledi ve bu gelecek on yıllık dönemin kalanında da 2010’lu yılların ortalamasının altında büyüme rakamları gerçekleşmesi bekleniyor. Üstelik Rusya-Ukrayna Savaşı’nın yakın tarihte biteceğine dair bir umut ışığı olmadığı gibi, 2023 kışında Rus doğal gazının misilleme olarak kesilmesi endişesi de Avrupa ülkelerini derinden sarsmış durumda.

 

STAGFLASYONLA MÜCADELE İÇİN NELER YAPILABİLİR?

Dünyayı etkisi altına almaya başlayan stagflasyonla mücadele için önerilen çeşitli politikalardan birisi gider politikaları. Bu bağlamda giderleri azaltıcı tedbirler önerilir; artan fiyat ve ücretleri düşürmeye dönük fiyat ve ücret göstergeleri belirlenir, fiyat ve ücretler dondurulabilir, firma ve sendikalar makul ücret artışları konusunda uzlaştırılır.

 

Stagflasyonla mücadelede bir diğer politika ise vergiye dayalı gelir politikası. Daha düşük ücret ve fiyatı kabul eden işçiler ve firmalara, daha düşük vergiler uygulanır; kabul etmeyenler ise yüksek vergilerle cezalandırılır.

 

Bir diğer çözüm de endeksleme yöntemi. Bu yöntemde, ücret artışları cari enflasyon oranına göre endekslenir; eğer gerçekleşen enflasyon oranı, ücret sözleşmelerinde beklenen enflasyon oranının altına düşerse; ücret maliyetleri mal ve hizmet fiyatlarından daha hızlı artmış olacağından, daha az emek istihdam edilir. Ücretler cari enflasyon oranlarına göre endekslendiğinde ise; parasal ücretler enflasyon oranındaki düşüşü otomatik biçimde yansıtacağından işsizlik riski doğmaz.

 

Vergi indirimleri, sağlanacak diğer üretim teşvik tedbirleriyle istihdamı, yatırımı ve toplam arzı artırmak, stagflasyonu önlemek için bir diğer yöntem.

 

Farkı farklı çözüm önerileri olsa da, günümüz ekonomik sorunlarının çözümü için hem makroekonomik hem de mikroekonomik araçları birlikte kullanmak gerektiği hususunda herkes hemfikirdir.

 

GELİŞMEKTE OLAN EKONOMİLER AÇISINDAN CİDDİ BİR RİSK…

Bu gelişmelerin ışığında hatırlatmak gerekir ki; 1970’lerde yaşanan stagflasyondan kurtulmak için üretimde keskin artışlara ihtiyaç duyulmuştu. Küresel bir durgunluğu yani resesyonu da tetikleyen enflasyonu dizginlemek için gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının faiz oranlarını artırmaları, beraberinde gelişmekte olan ekonomilerde (EMDEs) bir finansal krizi tetikleme riskini de barındırıyor. Şayet halen var olan stagflasyonist baskılar yoğunlaşırsa, gelişmekte olan ekonomiler artan finansal kırılganlıkları, zayıflayan büyümeleri nedeniyle yeniden ciddi ekonomik sorunlarla karşı karşıya kalacaklar. Bu durum, özellikle bu ülkeler için mali yapılarını ve para politikalarını güçlendirmelerini daha da acil hale getiriyor ve büyümeyi canlandırmak için de bir dizi reform uygulamayı zorunlu kılıyor. [2]

 

RESESYON NEDİR?

Resesyon; “ekonomik büyümenin belirli bir süreliğine yavaşlayarak negatif olmasını veya kısa bir süre için daralmaya dönüşmesini” ifade etmektedir. Genel olarak durgunluk anlamına gelen resesyon, “ekonomide atıl kapasitenin bulunması ya da ekonominin uzun vadeli büyüme oranlarından daha düşük oranlarda büyümesi” şeklinde de açıklanmaktadır.

Durgunluğun başlıca göstergeleri; üretimin duraklaması veya üretimdeki düşüşün yol açtığı işsizlik, talep daralması ve yatırım eğilimdeki zayıflamadır. Durgunluğun derinleşerek uzun süre devam etmesi ve ekonomik canlanmayı geciktirmesi ise ekonomide depresyonu ifade etmektedir.

 

Teknik göstergelerin resesyonu göstermesi için bazı kritik eşiklerin aşılması gerekmektedir. Makro ekonomik bütün göstergeler; reel gelir, istihdam, endüstriyel üretim, perakende ve toptan ticaret verileri bu ölçümlemelerin içerisindedir.

 

RESESYON TİPLERİ…

Bu eşiklere göre, kimi ekonomistler “ekonominin art arda iki çeyreklik yani üçer aylık dönemlerde ya da daha fazla dönemde daralmasını” resesyon olarak kabul ederken; kimi ekonomistlere göre ise resesyon olup olmadığını anlamak için bir ülkenin Gayri Safi Yurt İçi Hasılası’ndaki negatif seyrinin izlenmesi gerekmektedir. Çeyrek dönem bazlı büyüme oranları grafiklerine göre V, U, W (çift dip) ya da L şeklinde resesyon tipleri görülebilmektedir. Türkiye’de 1980-2015 döneminde en çok görülen resesyon tipi V tipidir; yani ekonomi dibi vurduktan kısa bir süre sonra canlanmakta ve tekrar büyümeye başlamaktadır. Türkiye ekonomisi daha sık ekonomik dalgalanma yaşasa da, ekonomik ribaunt yeteneği ile kendini tekrar çabuk toparlayarak büyümeye geçmektedir.

 

RESESYONUN SEBEPLERİ…

Ülke ekonomilerinin resesyona girme sebepleri şöyle sıralanıyor:

-Ekonomik büyümenin nüfus artış hızının altına inmesi

-Kişi başına düşen milli gelirin gerileyen ya da durağan bir hale dönüşmesi

-İşsizlik artışı

-Ekonomik faaliyetlerde meydana gelen duraklama ya da gerileme

-Üretim faaliyetlerinde düşüş.

 

Resesyonun sona ermesi için tüketicilerin ve girişimcilerin güveninin kriz öncesi seviyelere gelmesi gerekmektedir. Hükümetler resesyon dönemlerinde, ekonomiyi canlandıracak ve toplam talebi yükseltecek para ve maliye politikalarına öncelik vermektedirler.

 

Dünyada küresel resesyonun 1975 (%-0,9), 1982 (%-1,4), 1991 (%-0,3), 2009 (%-2,8) ve 2020 (%-4,4) yıllarındaki krizlerde yaşandığı, gelişmekte olan ülkelerde finansal krizle geliştiği (Tablo 2) görülmektedir.

 

 

(Tablo 2)

 

Şimdi yine ve yeniden petrol fiyatlarındaki yüksek oranlı artışlar ve Rusya-Ukrayna Savaşı’yla doğan enerji arzı problemiyle birlikte, yeni bir enerji krizi kapıya dayanmış; dünyada stagflasyon hatta resesyon olacağına dair sesler yükselmeye başlamıştır.

 

KÜRESEL BİR RESESYON MU GELİYOR?

Rusya-Ukrayna Savaşı sadece 6 ay gibi bir sürede küresel ekonomiyi derinden sarsmıştır. Tablo. 3’te görüleceği üzere, satın alma endeksleri küresel olarak düşüş seyrindedir. Öte yandan, S&P Global tarafından açıklanan Ağustos 2022 öncü Küresel Hizmet ve İmalat PMI verileri, özellikle Avrupa’da beklentilerin de üzerinde ciddi bir yavaşlamayı ve düşüş seyrinin devam edeceğini işaret etmektedir. Açıklanan Ağustos 2022 PMI verileri sonrasında, Euro Bölgesi’nin en büyük ekonomileri olan Almanya ve İtalya’da gelecek döneme ilişkin siparişlerden stokların çıkartılması yoluyla hesaplanan ölçüte göre ekonomik durumun, 2008 krizinden daha kötü olduğu dahi ekonomi çevrelerince dile getiriliyor.

 

AVRUPA VE ABD’DE PMI VERİLERİ…

İngiltere dahil Avrupa ekonomilerinde imalat sektörünün enerji fiyatlarındaki yükselmeyle birlikte daralması, daha da hız kazanmış görünüyor. Almanya Bileşik PMI’ı Temmuz ayında 48,1 düzeyinden gaz krizinin akut hal almasıyla Ağustos ayında son 26 ayın en düşük seviyesi olan 47,6’ya gerilerken; İngiltere’de imalat PMI verisinin Temmuz ayında 52,1’dan Ağustos ayında 46.0’a gerildiği; ABD’nde de durumun çok farklı olmadığı ve hizmet PMI’ının 47,4’den 44,1’e, imalat PMI’ının ise 52,2 ‘den 51,3’e gerilediği; yine Euro Bölgesinde de Bileşik PMI’ın 49,9’dan 49,2’ye gerilediği görülüyor. [3]

 

(Tablo 3)

 

 

Üretim için küresel satın alma yönetici endeksi (PMI) ve yeni ihracat siparişleri karşılaştırıldığında da, PMI’daki düşüşe paralel şekilde ihracat siparişlerinin de düşüş seyrinde olduğu görülmektedir (Tablo 4). Bu durum, euro/dolar paritesinin 1’in altına düştüğü de göz önüne alındığında, ülkemiz ihracatı açısından da tehlike sinyalleri vermektedir.

 

 

(Tablo 4)

 

 

Tablo 5’i incelediğimizde de; dünya ekonomilerinin Rusya-Ukrayna Savaşı’yla birlikte 2021 yılı Aralık ayından 2022 Haziran dönemine kadar, önemli ölçüde küçülme yaşadıkları; Türkiye’nin bu tabloda olumlu ayrıştığı ve GSYİH’si büyüyen ülkeler arasında yer aldığı görülmektedir. Japonya, Çin, Güney Kore, Hindistan, ABD, Birleşik Krallık, Kanada, AB ülkeleri (Danimarka hariç) ve daha birçok ülke için ise küçülme söz konusudur.

 

(Tablo 5)

 

 

ABD RESESYONA GİRDİ Mİ? DÜNYA BUNDAN NASIL ETKİLENECEK?

Resesyon endişelerinin en çok dillendirildiği ABD ekonomisi açısından durumu incelediğimizde;

ABD’de işsizlik dışındaki birçok verinin (perakende satışlar, sanayi üretimi, tüketici güveni gibi) sert bir düşüş gösterdiği; 2022 Haziran ayında %9,1 ile 40 yılın rekorunu kıran enflasyon oranının Temmuz 2022 itibarıyla %8,5’e gerilediği; 2020’de pandeminin vurduğu ekonomiye destek olmak için faiz indirimi yapılan ABD’de artan enflasyonla mücadele için 2022 yılında her ABD Merkez Bankası (FED) toplantısında faiz artış kararı alındığı ve FED faiz oranlarının halen %2,5’e yükselttiği ve önümüzdeki iki dönemde de 75 baz puan artış beklentisinin bulunduğu; yılın başında %3,5-4 seviyesinde olan mortgage faizlerinin şimdilerde %5,5-6 seviyelerinde olduğu[4]; dolar endeksinin güçlenmesinin zaten beklenmekle birlikte, yükselişin beklenenden çok daha kısa sürede gerçekleştiği; EURUSD paritesinin 1’in altına inmesinin ABD ürünlerinin rekabet gücünü zayıflattığı görülmektedir.

 

ABD ekonomisi için büyüme tahminlerinin %2,5’ten 2022 için %1,3’e, 2023 için ise %0,2’ye çekildiğini[5], daha iyimser bazı tahminlerde de 2022 için %1,4’e ve 2022 için ise %1,3’e çekildiğini; Tablo 6’da da görüleceği üzere, 2022 yılının ilk çeyreğinde %1,6 daralan ABD ekonomisinin, ikinci çeyrek öncü verisinde %0,9 daraldığını; yani ABD ekonomisinin teknik olarak resesyona girdiğini söyleyebiliriz.

 

 

(Tablo 6 -  Kaynak BEA)

 

 

Ancak siyasi ve ekonomik çevrelerden bir bölümü de; her ne kadar son iki çeyrekte ekonomide daralma yaşansa da istihdam, kişi gelirleri ve tüketici harcamalarındaki pozitif seyir nedeniyle ABD’de resesyon olmadığını savunmaktadır (Tablo 7).

 

(Tablo 7 – Kaynak BEA)

 

 

EKONOMİK VERİ VE GÖSTERGELER NE DİYOR?

Ekonomik veri ve göstergelerle, ekonomistlerin değerlendirmeleri incelendiğinde; dünyada başta ABD ve Euro Bölgesi’nde olmak üzere enflasyon ivmesinin sürekliliğini koruduğunu; ancak Temmuz ve Ağustos aylarında sınırlı bir emtia fiyat gerilemesinin gözlemlenebileceğini; devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı’yla birlikte artan gıda ve enerji fiyatlarında bir düşüş beklenmediğini; Çin’de yaşanan mortgage krizinin dünya ekonomisine olumsuz yansımalarının olacağını; önceleri ciddi fiyat avantajları sağlayan e-ticaretin pandemiyle birlikte yaygınlaşarak harcanan her 5 dolardan 1’nin e-ticarete konu olduğunu, ancak giderek de daha pahalı geldiğini ve fiyatları yukarı çektiğini[6]; son dönemde bir miktar geriye çekilse de artan konteyner ve depolama fiyatlarıyla ortaya çıkan yüksek lojistik maliyetlerinin de dünya genelinde fiyatları yükselttiğini; bu itibarla bu gelişmelerle birlikte bir çok ülkede stagflasyona geçiş sürecinin beklenenden daha kısa olabileceğini, resesyona geçiş sürecinin ise gelecek yılın sonundan gelecek yılın başına çekildiğini; düşük işsizlik ve yüksek tasarruf oranlarından ötürü ABD’deki resesyonun çok büyük olmayacağını; FED’in resesyonu daha az beklemesinden ötürü faiz artırımını daha korkusuzca yapacağını; bu nedenle dünyanın geri kalanının daha dikkatli olması gerektiğini değerlendirmek mümkündür.

 

TÜRKİYE İÇİN DURUM NEDİR?

“Krizlerin aralıklı ve yavaşça gelmeyeceğini, mutlaka sert ve ani geleceğini” akıldan çıkartmadan Türkiye için de mevcut konjonktürdeki risk ve fırsatların iyi tespiti ve değerlendirilmesi gerekmektedir.

 

Ekonomistler, 

“-Türkiye ekonomisindeki ana gündem maddelerinin yüksek enflasyon, yüksek döviz kurları, düşük faiz oranları, uygulanan para politikaları, makro ihtiyati politikalar, ücret artışları, büyümede yavaşlama olduğu;

-EURTRY ve USDTRY paritelerinin Türkiye’yi ithalat ağırlıklı bir ülke olarak olumsuz etkileyeceği, yine EURUSD paritesinin 1’in altına inmesinin ihracatımıza negatif yansıyacağı;

-Türkiye ana ihracat pazarını ülkelerdeki (özellikle Euro Bölgesi, ABD ve İngiltere) küçülmenin ihracatımızdaki artış ivmesini düşüreceği, bu itibarla alternatif pazarlar stratejisinin daha iyi işletilmesi gerektiği;

-Rusya-Ukrayna Savaşı sonrasında uygulanan yaptırımlar nedeniyle Rusya’nın bir çok ürünü Türkiye’den temin yoluna gidebileceği ve bu durumun iyi bir fırsat yaratmakla birlikte menşe sapması yoluyla olabilecek ambargo ihlallerinin ileride ülkemiz açısından sıkıntı yaratabileceği;

-Yavaşlama-Enflasyon-Stagflasyon-Resesyon-Dezenflasyon çizelgesinin dünya için geçerliliğini koruduğu;

-Türkiye’de yaratılan kredi hacmindeki azalmanın kritik seviyelere geldiği; bu azalmanın hem arz, hem de talep tarafında olduğu;

-Son dönemde bankaların kredi vermemesinin ciddi finansman sorunlarına yol açtığı ve dış ticaret erbabının işlerini güçleştirdiği;

-Reel sektörün Eximbank kredi kullandırımlarında düşüş görüldüğünü dillendirdiği,

-Yeni vergi indirimi ve teşviklerin yakın zamanda beklenebileceği;

-Yakın dönemde Türkiye’de seçim sathı mahalline girileceği, bu durumun da mali disiplinden kopma ve popülist politikaları beraberinde getirebileceği;

-1 Temmuz 2022 tarihli 7417 sayılı Torba Kanunun 50’nci maddesiyle 5520 sayılı Kanuna eklenen geçici 15’inci maddeyle yapılan yeni varlık barışı düzenlemesiyle, ülkemize girecek olası varlıkların, önümüzdeki dönemde yaratılacak mali kaynaklar açısından önemli olduğu,

-Tüketici Güveni ve Reel Sektör Güveninin halen düşük olduğu; iktisadi yönelim anketi, PMI, sektörel güven endeksleri ile diğer yüksek frekans verilerine göre Ağustos ayı itibarıyla Türkiye ekonomisinde bir yavaşlama eğiliminin olduğu; yurt içi ve yurtdışı siparişlerin düşüş seyrinde olduğu;

-Türkiye’de kayıtlı toplam siparişlerin düştüğü; ancak stokların düşmediği, stokların küçültmesinin de ciddi bir soruna dönüşmek üzere olduğu, stoklarda bir düşüş gözlemlense bu düşüşün siparişlerdeki kadar ağır olmadığı;

-AB içi ve AB dışındaki rekabet gücümüzün düştüğü, bunun sebebinin ise net olarak ortaya konulamadığı;

-Enflasyondaki durumda hiçbir değişiklik olmadığı; yükselişin devam ettiği, kısa vadede enflasyonla ilgili gelen tek olumlu haberin emtia fiyatlarındaki düşüş olduğu; yıllık artışın devam edeceği, bunun sebeplerinin ücret artışları, enerji fiyatları, kur hareketliliği ve negatif reel faiz olduğu;

-Geçmişte kur ve enflasyonun birbiriyle bu kadar uyumlu ve yakın hareket etmediği;

-Dış açığımızdaki artış ile enerji açığımız arasında ciddi bir korelasyon olduğu, diğer öğelerin dış ticaret açığıyla korelasyonunun eskisi kadar olmamasının aslında olumlu bir durum olduğu;

-Türkiye’nin son zamanlarda döviz arzının azalırken cari açığının arttığı, buradaki ana unsurun para politikası ve yükselen risk primi olduğu;

-Rezerv kaybının net olduğu ve net hata noksan ile kaynağın dengelendiği; ilk altı ayda 17,5 milyar dolar bir net hata noksan olduğu, gelecek 5 ayda bu miktarın 26 veya 36’ya çıkabileceği,

-Statükonun sürmesi durumunda mevcut finansman kaleminden bir şeylerin beklenmemesi gerektiği, cari açık ve finans hesabındaki açılmanın devam etmesi durumunda ise stresin artacağı,

-Şirketlerin dış borç geri ödemelerinde en yoğun döviz talebi edeceği döneme girildiği; Türkiye’de toplam 182 milyar USD kısa vadeli dış borç olduğu, bunun 85-87 milyar USD’lik kısmının finans sektörüne ait olduğu, bankaların döviz varlığının ise 100 milyar USD’nin üzerinde olduğu; 65-70 milyar USD’lik borcun özel sektöre ait olduğu, iş hayatında canlılık devam ettikçe bu borcun da sorun teşkil etmediği, ancak kalan 25-30 milyar USD’lik borcun çok dikkatli bir şekilde izlenmesi gerektiği; bu durumun rollover riskini etkileyip etkilemeyeceğinin bilinmesinin çok kritik olduğu;1994 ve 2001 krizlerinde rollover oranlarının P’lere düştüğünün hatırlanması gerektiği;

-Türkiye’nin kredi notunun aşağı çekilmesi ve kreditörlerin tüzüklerine bağlılıkları nedeniyle Türkiye’ye kredi vermesinin önüne geçilmesi ihtimaline dikkat edilmesi gerektiği, bunun siyasi bir krize de patlak verebileceği;

-Döviz tevdiat hesaplarının tutulmaya çalışıldığı, ancak bu çalışmaların liralaşma ile olduğu, bu nedenle de tam etkinliğini gösteremediği” görüşünde.

 

ÖNÜMÜZDEKİ KIŞ DÜNYA VE TÜRKİYE EKONOMİSİ İÇİN ZOR GEÇECEK…

Sonuçta, Türkiye için bu koşullarda kısa vadede bir resesyon riski bulunmamakla birlikte, yüksek enflasyon ve ihracattaki ivmenin düşüşe geçmesi halinde oluşabilecek küçülme riskinin beraberinde bir stagflasyon ihtimalini gösterdiği unutulmalıdır. Önümüzdeki kışın, dünya ve ülkemiz ekonomisi için zor geçeceğini söylemek kehanet olmayacaktır. Dünyanın yavaş bir şekilde değil, çok keskin ve ivmeli bir şekilde resesyona gidebileceği de öngörülerek piyasanın güvenini artırıcı ekonomik tedbirler alınmasında ve mali disiplinden taviz verilmemesinde fayda vardır.

 

 

[1] Ansiklopedik Ekonomi ve İş Hayatı Sözlüğü, Dünya Yayınları, sayfa 390

2https://thedocs.worldbank.org/en/doc/18ad707266f7740bced755498ae0307a-0350012022/related/Global-Economic-Prospects-June-2022-Topical-Issue-1.pdf

3 https://www.pmi.spglobal.com/

 

4https://www.bankrate.com/mortgages/todays-rates/mortgage-rates-for-monday-august-22-2022/

 

5 https://www.conference-board.org/research/us-forecasthttps://www.atlantafed.org/-/media/documents/cqer/researchcq/gdpnow/RealGDPTrackingSlides.pdf

 

https://blog.adobe.com/en/publish/2021/09/15/adobe-digital-economy-index-ecommerce-hits-new-milestone-online-prices-continue-rise#gs.dut5ys