BİR BİLENE SORDUK

KAÇAKÇILIKLA MÜCADELEDE 100 YIL…

Hüseyin Cahit SOYSAL
UGM YÖNETİM KURULU ÜYESİ 

“Üretimde yetersizlik ve ürün çeşitliliğinde azlık olduğu” ve “iç piyasada satılan ürünlerin üzerine gereğinden fazla dolaylı vergi yüklendiği” sürece, kaçakçılığın sadece polisiye önlemlerle sona erdirilmesi mümkün değildir. Yeterli yaptırımlarla donatılmış ve etkin olarak işletilen kaçakçılıkla mücadele kanunları sadece insanları bir ölçüde kaçakçılıktan caydırabilir. Önemli olan “ekonomik yönden gelişmiş ülke” statüsünü edinmektir. 

Bugün Sirkeci’nin en mutena binası olan İstanbul Ticaret Odası binası da 1993’lere kadar Sirkeci Gümrük Müdürlüğü Kaçak Eşya Ambarı olarak kullanıldı. İçinde 40 yıl önce müsaderesine karar verildiği halde bir türlü tasfiye edilmeyen; bu nedenle hurdaya veya çöpe dönen eşyayla dolu bir mezbelelikti. 

Osmanlı İmparatorluğu sadece toprak kayıpları ile değil, aynı zamanda kamu borçlarının zamanında ödenememesi nedeniyle, mevcut gelir kaynaklarının kapitülasyon adı altında yabancı ülkelere bırakılmasıyla çökmüştür. 29 Ekim 1923 tarihinde Türkiye’nin yönetim şeklinin “Cumhuriyet” olduğunun ilan edilmesinin ardından yapılmaya çalışan ilk işlerden biri, Lozan Konferansı’yla kazanılan bağımsızlığın karşılığında üstlenilen “Osmanlı kapitülasyonlarından kaynaklanan borçların taksitler halinde ödenmesi” olmuştur.

İTHAL İKAMESİ MODELİ…

Şüphesiz ki bu ağır borçların ödenmesi, sınırlı gelir kaynaklarına sahip ülke ekonomisinin de yeniden inşasıyla mümkün olabilecekti. Benimsenen model “ithal ikamesi modeli” oldu. Mümkün olduğunca ithal edilen ürünlerin yurt içinde üretilmesi ile ithalat kısılacak, ihracat kaynakları da artırılmaya çalışılacaktı. İhraç ürünleri ise neredeyse “klasik beşli” olarak adlandırılan beş kalem tarım ürünü ile sınırlıydı: fındık, fıstık, incir, üzüm ve tütün.

İLK SANAYİ TEŞEBBÜSLERİ KAMU ELİYLE GERÇEKLEŞTİ…

1920’lerde ülkede neredeyse hiçbir alanda özel sektör yatırımı yapacak birikim olmadığından, yeni kurulan Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) ile ilk sanayi kuruluşları ortaya çıktı. Batı dünyasına karşı uzak durmaya çalışan Türkiye’ye en büyük yardım, Sovyetler Birliği’nden (Rusya ve yönetimindeki ülkelerin oluşturduğu birlik) geldi. Sovyetler Birliği, Türkiye’ye uzun vadeli fiyatlarla makine satmakla yetinmedi, aynı zamanda bu makineleri monte ederek nasıl kullanılacağını öğreten teknik ekiplerini de gönderdi. Yani sadece donanım satmadı know-how transferi de gerçekleştirdi. Böylece genç Cumhuriyet kısa süre içinde kumaş, ayakkabı, şeker, tuz, çay, sigara, üreten tesislere sahip oldu. Bunları elektrik, demir-çelik, bakır ve gübre üreten KİT’ler takip etti. 

PAZAR EKONOMİSİ İÇİN HENÜZ ERKENDİ…

Ancak neredeyse her alanda sanayi üretimiyle nihai tüketim mallarına erişim mümkün hale geldiyse de, bu işletmeler varlıklarını tekel kimliğiyle sürdürmek durumundaydı. Dolayısıyla ürün çeşitliliği sınırlıydı ve pazar ekonomisinden bahsetmek için henüz erkendi. Bununla birlikte, Osmanlı döneminden edinilen eski tüketim alışkanlıklarından kısa süre içinde uzaklaşma eğiliminde olmayan varlıklı bir kesim Avrupa mallarına özlem duyuyor ve bu ürünleri kaçak yollardan temin etmeye çalışıyordu.

MEZOPOTAMYA İLK DEFA FİZİKİ ENGELLE TANIŞTI…

Türkiye Cumhuriyeti, “ulus devlet” anlayışıyla yeniden yapılanırken sınırlarını da fiziki engellerle korumak zorundaydı. Aksi takdirde insan kaçakçılığıyla ve eşya kaçakçılığıyla mücadele edilemezdi. Bu anlayışla, dünya kurulduğundan beri hangi devletin veya imparatorluğun egemenlik alanı içinde olursa olsun, hiçbir zaman fiziki engel konulmamış olan Mezopotamya ilk kez fiziki engelle tanışacak; düz ovaların ortasına tel örgü çekilecek, ayrıca Türkiye tarafında 50 metre eninde mayınlı saha oluşturulacaktı.

KAÇAKÇILIKLA MÜCADELE İÇİN KAMU ÖRGÜTLENMELERİ

Diğer taraftan, kaçakçılıkla mücadele için kamu örgütlenmesi de gerekiyordu. Kaçakçılığı önlemek amacıyla 1859 yılında o zamanki Rüsumat Nezareti emrinde Rüsumat Muhafaza Memurluğu kurulmuştu. Bu teşkilat 1931 yılına kadar Maliye Vekâletine bağlı olarak faaliyet gösterdi. Anılan teşkilat 1931 yılında 1909 sayılı Kanunla kurulan Gümrük ve İnhisarlar Vekaletine bağlanarak “hudut ve sahillerin emniyet ve gözetimi ile kaçakçılığın men, takip ve tahkiki” ile görevlendirildi. Bu görevi, 1932 yılında 1917 sayılı Kanunla kurulan Gümrük Muhafaza Umum Kumandanlığı üstlenmiş oldu. Umum Komutanlığı görevine 1956 yılına kadar devam etti.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞINDAN TİCARET BAKANLIĞINA…

1956 yılında çıkarılan 6815 ve 6851 sayılı kanunlarla Gümrük Muhafaza Umum Kumandanlığı lağvedilerek, askeri kısmı İçişleri Bakanlığına devredildi. Aynı kanuni düzenleme ile gümrük işlemi yapılan kapı ve limanlarla Marmara Denizi, Çanakkale ve Karadeniz Boğazları ile bu yerlerdeki gümrük bölgesinde kaçakçılığın men, takip ve tahkiki Gümrük ve Tekel Bakanlığına bırakıldı. Yeni yapılanmada Bakanlık Merkezinde 1 Gümrük Muhafaza Müdürlüğü, taşrada 7 Gümrük Muhafaza Müdürlüğü ve 6 bağımsız Bölge Amirliği kuruldu. Bu kuruluş, artan iş hacmi ve genişleyen kadrosu nedeniyle 1976 yılında alınan bir Bakan Onayı ile “Gümrük Muhafaza Genel Müdürlüğüne” yükseltildi. Daha sonraki idari yapılanmalarda, Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı ve Gümrük ve Ticaret Bakanlığı bünyesinde görev yapan “Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü” 10.07.2018 tarihli 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Kararnamesinin 45’inci maddesi ile Ticaret Bakanlığına bağlandı. 

“KAÇAKÇILIĞIN MEN VE TAKİBİNE DAİR KANUNLAR”

Cumhuriyetin ilk yıllarında, 1126 ve 1510 sayılı "Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanunlar" yürürlüğe konuldu. Her iki kanun da kaçakçılık olayları için ağır yaptırımlar içermiyordu. 01.10.1929 tarihine gümrük vergilerini artıran 1499 sayılı "Gümrük Tarifesi Kanunu" yürürlüğe girdi. Anılan kanunla gümrük vergilerinin artırılması kaçakçılık olaylarının da artmasına neden oldu. Özellikle güney sınırlarımızda kaçakçılık büyük boyutlara ulaştı. 

Bunun üzerine, 1932 yılında 1510 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılarak yerine 1918 sayılı "Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun" yürürlüğe konuldu. Yeni Kanun ağır yaptırımlar içeriyordu. Buna göre, kaçakçılık davalarında yargılanan sanıkların yargılama süresince tutuklu olarak dava sonucunu beklemesi gerekiyordu. Kaçakçılık suçlarından dolayı mahkûmiyetin kesinleşmesi halinde ceza tecil edilemiyordu. Ağır cezalarda sürgün cezası da uygulanmaya başladı. Hapis cezaları 15 yıla kadar belirlenebiliyor; kaçakçılık olaylarının takibatı sırasında men ve takiple görevli olanların kaçakçılar tarafından öldürülmesi halinde sanığın idamına da karar verilebiliyordu.

Öte yandan, 1918 sayılı Kanun hükümlerine göre “kaçak eşya naklinde kullanılan nakil vasıtası” olarak taşıt aracına da el konuluyor; gümrük sahaları el konulmuş, kamyon, otobüs, otomobil, at arabası gibi taşıt araçları ile doluyordu. 

HAYVANLARIN “KAÇAK EŞYA NAKİL VASITASI” KABUL EDİLMESİ

En ilginci ise güney sınırlarımızda gerçekleşen kaçakçılık olaylarında yakalanan at, katır, eşek gibi hayvanların da “kaçak eşya naklinde kullanılan nakil vasıtası” olarak değerlendirilmesi ve bunların da zapt edilmesi idi. Ancak, anılan hayvanlara bakım gerektiğinden, bunlar sınır ahalisinden güvenilir bulunan kişilere yeddi emin olarak teslim ediliyordu. Dava süreci uzayınca, ilk yıllarda bunları binek hayvanı veya tarla sürüm hayvanı olarak kullanan yeddi eminler, hayvanlar yaşlanıp işe yaramayınca “Bunlar çok yem yiyor. Hayvanları besleyemez oldum.” gerekçesiyle mahkemelere iade etmek istiyor; mahkemeler de bunları teslim edecek başka bir kişi veya mercii bulamıyor; yeddi eminler hayvanları zehirleyerek öldürüyor; durum “hayvan hastalıktan veya yaşlılıktan öldü” ibaresini içeren bir tutanakla dava dosyasına intikal ettiğinde, yeddi eminler de davaya bakan hakimler de rahatlamış oluyordu.

KAÇAK EŞYA DEPOLARI TEPELEME DOLUYORDU…

Öte yandan, ağır ceza mahkemelerinde görülen davalar uzun yıllara sari davalara dönüştüğünden, kaçak eşya olduğu gerekçesiyle zapt edilen ve gümrüklerdeki “Kaçak Eşya Ambarlarında” muhafaza edilen eşya nemleniyor, küfleniyor, pörsüyor, paslanıyor ve kumaş, deri gibi girdilerden oluşan eşyalar ambarlardaki iri fareler tarafından kemirilerek ticari değerini kaybediyordu. Dava sonuçlanmadan eşyanın tasfiyesi yapılamadığından, Kaçak Eşya Ambarları tepeleme doluyor; kapıları açılamaz hale geliyordu. Bu yüzden 2-3 yılda bir başka bir bölgeye tayin edildiği için “Kaçak Eşya Ambar Memurluğu” görevini başka bir gümrük memuruna devretmek durumunda kalan memur ile devralan memur arasında “tam tespit” suretiyle eşya sayımı yapılarak işlem yapılamıyor; mevcut kayıtlara göre “Devir Teslim Tutanağı” düzenlenerek ambar memurluğu yeni memura aktarılıyordu. Şüphesiz ki bu gibi ambarların dönemsel teftişlerde sayımı da yapılamıyor; yapılmış gibi tutanaklar düzenleniyordu.

DEPODAKİ ÇUVAL YIĞINLARININ ALTINDAN MİNİBÜS ÇIKTI!

Gümrük Müfettişi olarak görev yaptığım 1982 yılında Gürbulak Sınır Kapısı’ndaki Kaçak Eşya Ambarı’nda eşya noksanlığına ilişkin bir soruşturma yapmıştım. Oluşturduğumuz heyetle birlikte “tarama suretiyle sayım” yapacağımız Kaçak Eşya Ambarı’nın kapısına gittik. Kapıyı açmamızla birlikte kaçak çay dolu büyük çuvallar üzerimize doğru yere düştü. Çuvalları, sandıkları, valizleri, balyaları dışarı taşıtarak ambarın içine doğru ilerlemeye gayret ettik. Kedi büyüklüğündeki farelerle mücadele de en az kaçakçılıkla mücadele kadar zor bir iş haline gelmişti. Ambarın ortalarına doğru büyük bir çuval yığını gördük. Çuvallar tek tek taşınınca altından bir minibüs çıktı. Ambarı kayden teslim alan ambar memuru dahil olmak üzere kimse bu minibüsün varlığından haberdar değildi. Yaptığımız uzun incelemelerden sonra, bunun henüz mahkemede görülmekte olan bir kaçakçılık davası kapsamında “kaçak eşya naklinde kullanılan nakil vasıtası” olarak zapt edildiğini; zamanın idarecilerinin “bu minibüsü sahada muhafaza edersek ayakçılar parçalarını çalar” endişesi ile minibüsü ambara aldıklarını; ancak Ambar Giriş Çıkış Defteri’ne kaydetmediklerini tespit ettik.

Yani dava sonuna kadar saklanan kaçak eşya kadar bu eşyanın taşınmasında kullanılan nakil vasıtalarının muhafazası ve bozulmadan, eksilmeden elde tutulması da ciddi bir sorun oluşturuyordu. 

İSTANBUL TİCARET ODASI BİNASI, KAÇAK EŞYA AMBARIYDI…

Bugün Sirkeci’nin en mutena binası olan İstanbul Ticaret Odası binasının da 1993’lere kadar Sirkeci Gümrük Müdürlüğü Kaçak Eşya Ambarı olarak kullanıldığını; içinde 40 yıl önce müsaderesine karar verildiği halde bir türlü tasfiye edilmeyen; bu nedenle hurdaya veya çöpe dönen eşyayla dolu bir mezbelelik olduğunu hatırlatmak isterim.

ÖZAL DÖNEMİNDE İHRACATA BAĞLI BÜYÜME MODELİNE GEÇİLDİ…

1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibi Hakkında Kanun tam 71 yıl yürürlükte kaldı. 1930’lardan 1980’lere kadar “ithal ikamesi modeli” ile içe kapalı bir yapıya sahip ülkede özel sektör de gelişmiş; KİT’ler dışında büyük sanayi işletmeleri kurulmaya ve Türkiye’nin ihtiyacının üstünde üretim kapasiteleri yaratmaya başlamıştı. 1983 yılında Turgut Özal’ın Başbakan olmasıyla birlikte ekonomik yapılanmada büyük bir dönüşüm yaratacak düzenlemeler birer birer yürürlüğe sokuldu. İçe kapalı ithal ikamesi modelinden uzaklaşılarak dışa açık ihracata bağlı büyüme modeline geçildi. Kambiyo kısıtlamaları kaldırılarak, döviz özel bankalar veya şahıslarca da alınıp satılabilen bir değer haline dönüştü. Devlet tekeli konumundaki KİT’lerin bu statülerine son verilerek rekabetçi piyasa ekonomisine dönüş gerçekleştirildi.

AVRUPA BİRLİĞİ’YLE GÜMRÜK BİRLİĞİ…

1995 yılına gelindiğinde, 1963 yılında İmzalanan Ankara Anlaşması’ndan bu yana sürekli ertelenen Avrupa Birliği (AB) ile Gümrük Birliği’nin (GB) oluşturulması çalışmalarına da hız verildi. Anılan GB 1 Ocak 1996 tarihi itibariyle sağlandı.

Sıra kaçakçılıkla mücadele düzenlemelerinin de bu yapısal dönüşüme uygun hale dönüştürülmesine gelmişti. 2004 yılında yürürlüğe giren 4926 sayılı “Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu” ile 1918 sayılı yasa yürürlükten kaldırıldı.

“EKONOMİK SUÇA EKONOMİK CEZA” PRENSİBİ…

4926 sayılı Kanunda kaçakçılık suçları için “ekonomik suça ekonomik ceza” prensibi doğrultusunda hapis cezası öngörülmüyor; davalar sonuçlandığında sanıklara sadece para cezası verilmesine karar verilebiliyordu. Kanun, yeni liberal düzenin bir gereği olarak dışa açık ekonominin bir yansıması olarak topluma sunuluyordu. Ancak bu kanunun da ömrü uzun olmadı ve sadece üç yıl yürürlükte kalabildi.

AB MEVZUATI GEREĞİ SUÇ VE KABAHAT AYRIMININ YAPILMASI…

AB mevzuatına uyum kapsamında “suç” ve “kabahat” ayrımının yapılarak, bu anlayışın yasalara da yansıtılması zorunluluğu doğdu. 2006 yılında yürürlüğe giren 5237 sayılı “Türk Ceza Kanunu’nda” sadece suç tanımı yapılarak bu suçlara verilecek hapis ve adli para cezaları belirlenmiş; 5326 sayılı “Kabahatler Kanunu” ile de kabahat tanımları yapılarak bu kabahatleri işleyenlere idari para cezaları ve idari yaptırımlar ile idari tedbirler uygulanması öngörülmüştü. Bu kapsamda, Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu da aynı klasifikasyona tabi tutulmak durumundaydı. Yapılan çalışmalarda 4926 sayılı Kanun’un uygulamada duraksama yaratan hükümleri gözden geçirildi; madde metinleri sadeleştirildi, 5237 ve 4326 sayılı kanunlarda düzenlenen genel hükümler kanun metninden çıkarılarak yeni bir metin hazırlandı. Yapılan bu çalışmalar sonucunda “kaçakçılık suçları” 21.03.2007 tarihinde kabul edilen 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nda tanımlandı ve ceza hükümleri belirlendi. “Kaçakçılık kabahatleri” ise 4458 sayılı Gümrük Kanunu’na eklendi.

5607 SAYILI KANUN’LA YAPILAN ÖNEMLİ DEĞİŞİKLİKLER…

4926 sayılı Kanun’dan farklı olarak 5607 sayılı Kanun’a sigara, alkollü içki ve petrol kaçakçılığı konusunda ayrıntılı suç tanımları ve cezaları eklendi. 1918 anlayışını değiştiren diğer önemli değişiklikleri de şöyle sıralayabiliriz:

  • “Sahte belge kullanılarak kaçakçılık” kavramı “aldatıcı işlem ve davranışla kaçakçılık” olarak değiştirildi.
  • “İhracat gerçekleşmediği halde gerçekleşmiş gibi göstermek ya da gerçekleştirilen ihracata konu malın cins, miktar, evsaf veya fiyatını değişik göstererek ilgili kanun hükümlerine göre teşvik, sübvansiyon veya parasal iadelerden yararlanmak suretiyle haksız çıkar sağlayan” ibaresi “ilgili kanun hükümlerine göre teşvik, sübvansiyon veya parasal iadelerden yararlanmak amacıyla ihracat gerçekleşmediği halde gerçekleşmiş gibi gösteren ya da gerçekleştirilen ihracata konu malın cins, miktar, evsaf veya fiyatını değişik gösteren” şeklinde değiştirildi. 
  • “Ulusal marker” içermeyen veya bu markeri EPDK’nın belirlediği seviyenin altında bulunduran akaryakıtı üreten, bulunduran, nakleden, satanlara iki yıldan beş yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar hapis cezası öngörüldü.
  • En önemlisi, “kaçak eşya naklinde kullanılan taşıt araçları” için “Türkiye’de sicile kayıtlı olmaması ya da soruşturma ve kovuşturma devam ederken, kaçakçılık suçunun işlenmesinde tekrar kullanılması halinde, el konulan taşıt, el koyma kararı veren mercilerce alıkonulur. Sahibinin taşıtın değeri kadar teminatı alıkoyma tarihinden itibaren otuz gün içinde gümrük idaresine teslim etmesi halinde, taşıt sahibine iade edilir. Aksi takdirde, tasfiye idaresi tarafından soruşturma ve kovuşturma sonucu beklenmeksizin derhal tasfiye olunur.” hükmüne yer verildi.
  • Yine aynı Kanun’a “Bu Kanunda tanımlanan suçların konusunu oluşturması dolayısıyla müsadere yaptırımının uygulanabileceği eşya, sahibine iade edilemez. Kaçak şüphesiyle el konulan kaçak akaryakıt hariç her türlü eşya hakkında, el koyma tarihinden itibaren altı ay, ancak eşyanın zarara uğraması veya değerinde esaslı ölçüde kayıp meydana gelme tehlikesinin varlığı veya muhafazasının ciddi külfet oluşturması halinde bir ay içinde, gerekli tespitler yaptırılarak soruşturma aşamasında hâkim, kovuşturma aşamasında mahkeme tarafından tasfiye kararı verilir. Bu süreler içinde karar verilmemesi halinde eşya derhal tasfiye edilir. Bu fıkra kapsamında tasfiye edilecek eşyadan tasfiye edilmeden önce numune alınması mümkün olan durumlarda numune alınır, numune alınması mümkün olmayan durumlarda eşyanın her türlü ayırt edici özellikleri tespit edilir.” hükmü eklendi. Bir sonraki paragrafta “Satılarak tasfiye edilen eşya veya taşıtların satış bedeli emanet hesabına alınır. Tasfiye edilen eşya veya taşıtların sahibine iadesine karar verilmesi halinde, satış bedeli Gümrük Kanununun 180 inci maddesi hükümleri çerçevesinde el koyma tarihinden iade tarihine kadar geçen süre için kanuni faizi ile birlikte hak sahibine ödenir. Emanet hesabında bulunan tutarın hak sahibine yapılacak ödemeyi karşılamaması halinde aradaki fark, eşyanın imha edilmiş olması halinde ise imha edilen eşyanın bedeli, gümrük idaresince genel bütçenin ilgili tertibinden karşılanarak hak sahibine ödenir.” denildi. 

Bir başka anlatımla, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 10 ila 16/A maddeleri ile getirilen düzenlemelerle, davanın sonuçlanması beklenmeksizin “kaçak zannı ile yakalanan eşya” ile “kaçak eşya naklinde kullanılan taşıtların” ekonomik değer kaybına uğramadan tasfiyesi suretiyle ekonomiye kazandırılması yönünde düzenleme yapıldı; gümrük idaresi de “Kaçak Eşya Ambarı” eziyetinden ve soruşturmalarından büyük ölçüde kurtarıldı.

SADECE POLİSİYE ÖNLEMLERLE SONA ERDİRİLMESİ MÜMKÜN DEĞİL…

Konuyla ilgili unutulmaması gereken en önemli husus şudur: “Üretimde yetersizlik ve ürün çeşitliliğinde azlık olduğu” ve “iç piyasada satılan ürünlerin üzerine gereğinden fazla dolaylı vergi yüklendiği” sürece, kaçakçılığın sadece polisiye önlemlerle sona erdirilmesi mümkün değildir. Yeterli yaptırımlarla donatılmış ve etkin olarak işletilen kaçakçılıkla mücadele kanunları sadece insanları bir ölçüde kaçakçılıktan caydırabilir. Önemli olan “ekonomik yönden gelişmiş ülke” statüsünü edinmektir. 

İSTANBUL MERKEZ OFİS

Mahmutbey Mahallesi 2655 Sokak No:1-3-21 Bağcılar, İstanbul Fax: (0212) 410 23 00