Medya

Şirket Danışmanımız Sami Altınkaya'nın ''Ekonomide İyi Niyetli Değil, Öngörülü Olmalı'' Başlıklı Yazısı, 14.02.2022 Tarihinde Dünya Gazetesi'nde Yayımlandı

Şirket Danışmanımız Sami Altınkaya'nın ''Ekonomide İyi Niyetli Değil, Öngörülü Olmalı'' Başlıklı Yazısı, 14.02.2022 Tarihinde Dünya Gazetesi'nde Yayımlandı

2023 yılı ihracat hedefi 500 milyar dolardı. Türkiye katma değeri yüksek mal ve hizmet üretecek. İhracat gelirlerimiz artacaktı. Türkiye bir üretim üssü olacak. Hatta Çin’in karşısında alternatif bir üretim merkezi olacak. Coğrafi üstünlüğünü dolara çevirecek. Lojistik üsler kuracak. Ticaret köprüsü olacak. Dünyanın istediği ürünleri ucuza ve kaliteli yapıp satacaktı.

20 yıldır bu kulağa çok güzel gelen bu söylem tekrarlandı. İlk açıklandığında eğer yapısal reformlar gerçekleştirilir, doğru alanlara yatırım yapılabilirse bu hedefin daha da üzerine çıkılabileceğini söyledim. Pek çok kişi 500 milyar dolarlık ihracatın hayal olduğunu söyledi. Aslında hedef koymak güzel. Ama gerçekçi hedefler konmalı dendi.

2008 yılında ABD’de yaşanan büyük ekonomik kriz ve ardından ABD Merkez Bankası Başkanı eski Başkanı Ben Bernanke’nin, Başkan Bush’u ikna edip milyarlarca dolar bastığını hatırlayalım. Sonra basılan bu dolarların rüşvet olarak dünyaya dağıtıldığını ve dünyadaki parasal genişlemenin, likidite bolluğunun başta ABD olmak üzere ekonomileri rahatlattığını biliyoruz.

Dünyaya verilen bu büyük rüşvetin nasıl ve nerelerde kullanıldığı bugün yaşanan sorunların temelini oluşturuyor. Japonya ve Güney Kore gibi hammadde zengini olmayan ülkeler teknolojiye yatırım yaptı. Yükte hafif ama pahada ağır ürünleri üretti. Tayvan dünyanın en büyük çip üreticisi oldu. Otomobil üreticilerini kendine bağımlı hale getirdi. Öyle ki çip gecikirse üretim yavaşlıyor. Talep karşılanamıyor. Fiyatlar da bu yüzden artar oldu. Pandemi ve yaşananlar, ticaretin yavaşlaması, konteyner krizi bu süreci tetikledi. Ama Tayvan, Güney Kore ve Japonya gibi ülkeler 2008’den ders alıp, ileride yaşanacak krizlerde ayakta kalmak için tedbir aldı.

İşte ekonomide ve ülke yönetiminde öngörülü olmak böyle bir şey

Dünyanın ucuz iş gücü ile üretim yapıyor diye beğenmediği Çin bile 2008 yılından sonra teknolojiye yatırım yaptı. Ucuz emeği fırsata çevirdi. Kaliteli mal ve hizmetleri üretti. Bununla da kalmadı Londra ve Pekin arasını 14 günde tamamlayacak “bir kuşak bir yol” projesini başlattı. Yunanistan ve Türkiye gibi ülkelerden limanlar satın aldı. Bulgaristan’da lojistik depolar kurdu. Demiryolu ağlarını hızlandırdı. Teknolojiye ciddi yatırımlar yaparak Ali Baba önemli markaları dünya pazarlarına çıkardı. Çin’in PTT’si olan China Post yıllarca kargo ücreti almadan Ali Baba’ya hizmet verdi. Böylece Çin e-ticaret pazarında da söz sahibi oldu. İşte bu öngörü sayesinde pandemi krizinde ayakta kalmayı başardı. Hammadde üstünlüğünü ticarette ve rekabette silah olarak kullandı. Yeni bir otomobil markası yaratmak yerine, müşterisi ve pazarı olan hazır olan Volvo gibi Avrupa markalarını satın aldı.

Avrupa Birliği’nin dominant ekonomisi Almanya, 2008 krizinden sonra aynı şekilde ABD’den gelen rüşveti üretimde teknolojiye yatırdı. Katma değerli mal ve hizmet üretmeye başladı. Robotlarla 7/24 çalışan karanlık fabrikalar kurdu.

Bütün bu ülkeler paraları teknolojiye yatırırken, insana da yatırım yaptı. Çünkü bu teknolojiyi kullanacak olan insanı üretim sürecinde tutmak ve sisteme entegre etmek gerekirdi. Endüstri 4.0 denilen bu süreçte mesleki eğitime önem verildi. Dünyanın bugün hala sıkıntısını çektiği yazılım sektörüne ve eğitimine önem verildi. Yani katma değerli ürün için katma değerli insan yetiştirildi.

Güney Avrupa ülkeleri dağıtılan bu dolarları, Yunanistan başta olmak üzere yatırım yapmak yerine yiyip eğlenmeyi ve yatırım yapıyormuş gibi göstermeyi tercih etti. Bunun faturası yıllar sonra Almanya’ya kesildi. Almanya eski başbakanı Merkel’in öngörüsü ile Almanya ve Avrupa krizden çıkmayı bildi. Pandemi krizinde de ayakta kalmayı başardı.

Türkiye ise iyi niyetle başladığı işe yanlış politikalar yüzünden başarılı olamadı. Demek ki iyi niyet ile öngörülü politikalar üretilemiyor. Bernanke’nin dolarları bize de geldi. 300 kalem sektör olumlu etkilenecek ve üretim artacak diye alt yapı ve inşaat sektörüne yatırımlar yapıldı. 10 yıl bunun ekmeğini de yedik. Kalkınarak değil ama tüketerek büyüme modeli ile kriz olmayacak gibi davrandık. Teknolojiye ve insana yatırım yapmak yerine taşa ve binalara yatırım yaptık. Bunlar da olmalıydı ama öncelik bunlar olmamalıydı.

Pandemi krizinde tüketerek ve borçlanarak elde edilen hormonlu büyüme bizi daha büyük bir krize sürükledi. Teknolojiye yatırım yapan ülkeler borçlarını öderken, Türkiye daha büyük bir borç sarmalına yakalandı Bugün içeriye ve dışarıya 600 milyar dolara yakın borcumuz var. Dolara endeksi yatırımlar be borçlar bunun içinde.

Son dönemeçte hala dünyaya güven veremiyoruz. Yüksek faizle borçlanan bir ülkeyiz. Yatırımcı dolarını, vasıflı insan gücü de beyin göçü ile ülkeyi terk ediyor.

Gelirleriniz lirayla, giderleriniz neden dövizle?

Ticareti dolar üzerinden yapmak gelenek haline geldi. Türkiye sınırları içinde iş yaparken, ödemeler o günkü döviz karşılığı olan TL ile oluyor. Bu kabul edilemez. Dış ticaret açığını kapatmak için yıllardır mücadele ediyoruz. İhracat ve ithalat yapan şirketler ülkeye döviz kazandırabilmek için ciddi bir sermaye akıtıyor. Ancak hammadde temin ederken ya da malınızı ihraç ederken hem zaman hem de para kaybediyorsunuz. Kaybettiğiniz paralar ise döviz cinsinden oluyor.

İşte bu üzerinde uzun uzun düşünmemiz gereken bir konudur. Mesela gümrüklerin çalışma saatleri içinde tamamlayamadığınız işlemler için talepte bulunuyorsunuz. Gümrük İdaresi’nin kabul etmesi halinde, belirlenen mesai ücretlerini ödeyip işlemlere devam edilebiliyor. Bunun için de örneğin baştan sona bir ithalat dosyası için saatlik 1200 lira, ihracat için ise 280 lira ilave ücret belirlenmiş. İthalat için sadece eşyanızın geçici depolama yerinden çekilmesi için talepte bulunursanız 500 lira daha ödemeniz gerekiyor.

Şimdi sıkı durun. Gümrük idarelerimiz geçici depoları vasıtasıyla halkının geliri yerine, giderinin artırılmasına seyirci kalıyor. Eskiden bu gelir doğrudan kaynak olarak Hazine’ye yani halka aktarılırdı. Özelleştirme Kanunu harici bu depoları açma izni özel idarelere verildi. Asıl görevi ülke ekonomisini korumakla görevli kişiler de bu özel idarelerin bizlerden tahsilatçılığına yardımcı olmaya başladı.

Böylece kendi sınırlarımız içinde yabancıların ve bu özel idarelerin Euro ile beğenmezlerse Dolar ile kölesi haline geldik. İhracat yaparken gümrük malını buraya sokulması konusunda kanun bile çıktı. Yani ihracatçı bu özellerin insafına terkedildi. İthalatta ise yine kanunla buraya giren mallarınızı almak için döviz cinsinden ödeme yapmak zorunda kalınıyor. Gümrük İdaresi’nin taşeronuna bu ödemeyi yapmazsanız malınızı gümrükten çekemiyorsunuz. Malını gümrükten kurtaran ithalatçının daha başta malının fiyatı artıyor.

Baktığımızda yasama kanun yapmış, yargı karar vermiş. Ancak gümrüklerde bu kararlar işlemiyor. Özel faturalar kesiliyor. Dolarlar ve Eurolar havalarda uçuyor. Durum böyle olunca da ya paradan kaybedeceksiniz ya da zamandan. Aslında her iki durumda da Türkiye kaybediyor.

Peki, bu durum neden gündeme gelmiyor? Neden bu ve benzer giderler ile ülkemiz yılda 4 milyar dolar parayı yurt dışına ödüyor? Yok, bekleme gideri, yok konteyner yıkama gideri gibi bukalemun giderlere neden esir oluyoruz. Bu paralar hepimizin cebinden çıkıyor. Ortada büyük bir soygun var. Yapısal reformlarla dış ticaret hem hızlanır hem de daha karlı hale gelir.

Ama asıl sorum şu, bu ülke sınırları içinde Türk Lirası kazanırken neden dövize endeksli ödeme yapılıyor?