BİR BİLENE SORDUK

KÜRESELLEŞME ÜZERİNE SORU-CEVAP…

UGM

HÜSEYİN CAHİT SOYSAL 
 UGM Yönetim Kurulu Üyesi

 

Batı’nın hep nalıncı keseri gibi kendinden yana yontma eğiliminin zamanla törpüleneceğini umut ediyorum. Küresel ticaretin zirve yaptığı dönemler hep barış dönemleri olmuştur. Umarım süregelen savaşlar ve insan hakları ihlalleri son bulur ve tekrar küresel refahın peşinden koşan bir dünya ile yüzleşiriz

 

-Uluslararası ticaret hep bugün olduğu gibi mi yapılırdı?

-Hayır. Eski çağlarda deniz taşımacılığıyla ve deve kervanlarıyla yapılırdı.

 

-Önceden sipariş ve müşteri taleplerine göre ürün hazırlamak var mıydı?

-Hayır. Zaten çağımızın iletişim araçları yoktu. Bu nedenle, yazışma ile sipariş vermek imkânsız gibiydi. Ürünü pazarlamak isteyen mallarıyla birlikte seyahat eder, vardığı yerdeki pazarlarda ürününü sattıktan sonra tekrar memleketine dönerdi. Eğer çok zengin bir tüccar ise bu operasyonu kendi adamlarına yaptırırdı. Yani “her arz kendi talebini” yaratırdı.

 

-Bu ticaret sistemini ne değiştirdi?

-Son iki yüz yılda ortaya çıkan sanayileşme ve buna bağlı olarak gelişen ulaştırma sistemleri.

 

-Nasıl yani?

-Buhar kazanlarının icadından sonra 1804 yılında ilk lokomotif üretildi ve ilk tren İngiltere’nin Pennydarran kasabasından fabrika sahasının bulunduğu Cardiff’e demir cevheri taşıdı. Daha sonra demir yolu teknolojisi hızla gelişti ve 1825’te ilk yük ve yolcu taşıyan tren İngiltere’de Darlingthon ile Stockton kentleri arasında çalıştırılmaya başladı. Akabinde demir yolu taşımacılığı tüm dünyada hızla yaygınlaştı.

 

KÜRESELLEŞMENİN YAYGINLAŞMA SÜRECİ…

 

-Küreselleşme böyle mi yaygınlaştı?

-Evet, demiryollarının gelişmesi ve kısa süre içinde bir şehirden başka bir şehre ulaşımın kolaylaşması, posta idarelerinin de işlerinin gelişmesi; buna bağlı olarak, uzak il veya ülkelerden mektuplarla sipariş verilmesinin de önünün açılması sonucunu doğurdu. Tüccarlar hem istedikleri nitelikte ürün siparişi verebiliyor hem de ürünün fiyatını önceden öğrenebiliyorlardı. Bunun sonucu olarak, ürünü de istedikleri tarihte teslim alma olanağına kavuşuyorlardı.

 

-Demiryolları dışında bir ulaşım modu yok muydu?

-Olmaz olur mu? Deniz taşımacılığı zaten en eski taşıma moduydu. Ancak içten yanmalı motorların icadıyla denizler saatte 20 – 25 deniz mili ile seyahat eden gemilerle tanıştı. Ardından Birinci ve İkinci Dünya Savaşları döneminde kara yolu taşımacılığı ve hava yolu taşımacılığı da askeri amaçlarla geliştirildi. Savaşlar bitince eski savaş filoları ticari filolara dönüştürüldü. Yirminci yüzyılın ortalarında artık denizyolu, demir yolu, kara yolu, hava yolu ve boru hattı taşımacılığı tüm dünyada kullanılmaya başlanmıştı.

 

-Küresel ticaretin gelişimine sadece taşımacılığın gelişimi mi neden oldu?

-Öyle şey olur mu? Öncelikle sanayileşme salt yerli piyasaya değil küresel piyasalara da ürün üretmek için olanak sağladı. İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarında 1944 yılında ABD’nin Bretton Woods adlı küçük bir kasabasında yapılan “Birleşmiş Milleler Para ve Finans Konferansı’nda “dolar”ı uluslararası para kabul eden bir sistem oluşturuldu. Hem yoğun üretim hem iletişim hem de küresel ödeme sisteminin kurulmasından sonra, uluslararası ticarette büyük bir sıçrama görüldü.

 

 

-Tüm ülkeler bu sistemi aynı anda mı benimsedi?

-Hayır. Ama artık rüzgârın nereden estiği biliniyordu. Önce ICC’nin belirlediği teslim ve ödeme şekilleri, sonra GATT Anlaşması sonra buna dayalı olarak kurulan Dünya Ticaret Örgütü ve Dünya Gümrük Örgütü’nün getirdiği kurallar, küresel ticaretin gelişim seyrini etkiledi.

 

1980’LERDE DÜNYA TİCARETİ EN LİBERAL DÖNEMİNİ YAŞAR HALE GELDİ…

 

-Sadece bu örgütlerin kuralları mı ticareti geliştirdi?

-Hayır. Bu platformlarda yapılan müzakereler ve açıklamalar, ülke temsilcilerinin birbirini etkilemesine ve birbirlerine güvenmelerine neden oldu. Başta ABD olmak üzere gelişmiş Batı ülkeleri temsilcileri gelişmekte olan ülke temsilcilerine, “Gelişmek istiyorsanız, ticaret önündeki engelleri kaldırın. Gümrük duvarlarını kaldırın. Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler.” diyorlardı. Gelişmekte olan ülkeler de bu tavsiyeler doğrultusunda dış ticaret ve kambiyo düzenlemelerini hızla libere ederek küresel rekabet piyasasına daldı. 1980’lerde dünya ticareti en liberal dönemini yaşar hale gelmişti.

 

 

-Sonra ne oldu?

-Sonra Batı ülkeleri çok zenginleşti. Kendi vatandaşları ağır işlerde çalışmak istemiyor, temizlik işleri de dahil olmak üzere pis işleri yapmak istemiyordu. Buna çözüm olarak ilk etapta bu işleri yabancı ülkelerden çağırdıkları üçüncü dünya ülkesi vatandaşlarına yaptırmaya başladılar. Ancak, çağırdıklarına artık onlara ihtiyaç kalmadığında “tamam artık ülkenize dönün” diyecek halleri yoktu. Çünkü ülkeye gelen yabancı işçiler kendi vatandaşları ile kaynaşıyor, akrabalık bağları kuruyordu. Melez çocuklar dünyaya getiriyordu. Bir süre sonra da vatandaşlık hakkı da kazanıyorlardı. 

 

AĞIR SANAYİ TESİSLERİ GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERE TAŞINDI…

 

-Bunlar doğal değil mi? Buna tepki mi doğdu Batı ülkelerinde?

-Batı ülkelerinde hem bu sürece tepki doğdu hem de iklim krizinin bir sonucu olarak “yeşil dönüşüm” eğilimleri arttı. “Demografik yapımızı yabancı işçi getirerek bozacağımıza neden ağır sanayi tesislerini gelişmekte olan ülkelere götürmüyoruz?” düşüncesi ağır bastı. 1990’lı yıllarda hem ucuz işçilikten yararlanmak hem de çevreyi kirleten pis işleri az gelişmişlere yaptırmak amacıyla tüm ağır sanayi tesisleri gelişmiş ülkelerden Çin, Pakistan, Endonezya, Malezya, Brezilya, Türkiye ve Mısır gibi ülkelere taşındı.

 

-Peki, batı ülkeleri know-how transferinden korkmadı mı?

-Hayır korkmadı. Dünya Ticaret Örgütü bünyesinde hazırlanan Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması’nın (TRIPS) az gelişmişler tarafından da imzalanması halinde tüm fikri ve sınai mülkiyet haklarını koruyabileceklerini düşündüler.

 

-Öyle olmadı mı?

-Olmadı tabi. Batılı akıllı da Doğulu aptal mı? Know-how’ını öğrendikleri batı menşeli ürünlerin tasarımında ya da yazılımında yaptıkları küçük değişikliklerle kendi ürünlerini de üretip pazarlamaya başladılar. Şüphesiz ki daha ehven fiyatlarla pazarlara hâkim oldular.

 

MOTORLU ARACINI BENDEN ALACAKSIN DAYATMASI

 

-Buna Batı’nın tepkisi ne oldu?

-İşte küreselleşmeden çark ediş bu tarihlerde başladı. Batı ülkeleri ilk olarak “yeşil dönüşümü” bahane ederek dışarıdan gelecek alternatif ürünler yerine kendi ürünlerinin teknik özelliklerini değiştirmeye başladı. Örneğin motor teknolojisinde yeşil dönüşümün nerede duracağını bilemiyoruz. Euro-1 diye başladıkları motor teknolojisini Euro-7’ye kadar yükselttiler. İşin kötüsü, bu teknoloji ile ürettikleri motorları taşımayan kamyon ve otobüsleri de kendi topraklarına sokmamaya başladılar. Yani “motorlu aracını benden alacaksın” dayatması böyle yapılıyor. 

 

HANİ GÜMRÜK TARİFELERİNİ SIFIR DÜZEYİNE KADAR İNDİRECEKTİK?

 

-Almazsak ne olur?

-O zaman da “Euro-5, Euro-6 motoru olmayan otobüs ve kamyonlarla Avrupa Birliği’ne insan ve mal taşıyamazsın” dayatmasını önünüze koyuyorlar. Anlayacağınız “ticarette teknik engellerin kralını Batı ülkeleri yaratmaya başladı. Sonra 2017 yılında ABD’nin başına Trump diye bir Başkan seçildi. ABD’nin seçim sonrası ilk işi Çin, AB ile Türkiye menşeli çelik ve alüminyum ürünlerine ağır ilave gümrük vergileri koymak oldu. “GATT Prensiplerine ne oldu? Hani gümrük tarifelerini sıfır düzeyine kadar indirecektik? Bu görüşler sizlerin yaklaşımınızı yansıtmıyor muydu?” yakınmalarına ABD kulak tıkadı. Doğal olarak anılan ülke ve ülke grupları da ABD’ye karşı önlemler almaya başladı.

 

-Küreselleşmeden dönüş yolunda başka kırılma noktaları da var mı?

-Var tabii. 1980’lerden beri süregelen İran ambargosunun yanı sıra, son yılların Rusya-Ukrayna Savaşı ve İsrail – Filistin Savaşı dolayısıyla bazı ülkeler Rusya ve Belarus’a, bazı ülkeler de İsrail’e ambargo uygulamaya başladı. An itibarıyla, ülkemiz de Güney Kıbrıs’a, Ermenistan’a ve İsrail’e karşı ambargo uygulamaya devam ediyor.

 

-Karamsar bir tablo çizdiniz. Yani küreselleşme ütopya mıydı?

-Öyle olmadığını ummak istiyorum. Batı’nın hep nalıncı keseri gibi kendinden yana yontma eğiliminin de zamanla törpüleneceğini umut ediyorum. Küresel ticaretin zirve yaptığı dönemler hep barış dönemleri olmuştur. Umarım süregelen savaşlar ve insan hakları ihlalleri son bulur ve tekrar küresel refahın peşinden koşan bir dünya ile yüzleşiriz.