BİR BİLENE SORDUK

KÜRESELLEŞME İLE KORUMA ARASINDA KALAN TÜRKİYE

UGM

Remzi AKÇİN 
 UGM Yönetim Kurulu Başkanı

Türkiye’nin son yarım asrına baktığımızda, küreselleşmeye yaklaştığı iki dönüm noktası vardır. İlki, ithal ikameci büyüme stratejisinden, ihracata dayalı dışa açık büyüme stratejisine geçildiği 24 Ocak 1980 Kararları’dır. İkincisi Türkiye’nin 1963 yılında yolculuğuna başladığı ancak hala ufukta bir ümit görünmeyen AB üyeliğinin son aşaması olan 1996 yılında tarihinde uygulanmaya başlanan Gümrük Birliği’dir. 

Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Koordinasyon Kurulu’nun (YOİKK) 2024 eylem planında “AB’nin yeni Gümrük Kodu ile uyumlaştırılması amacıyla mevcut mevzuat altyapısına ilişkin çalışmaların ilgili paydaşlarla sürdürülmesi” maddesi yer almaktadır. Bu durumda, en azından Gümrük Kanunu’nun AB Gümrük Kodu’na uygun olarak revize edilmesi konusunda siyasi iradenin olduğunu söyleyebiliriz.

 

İktisat diğer bir adıyla ekonomi öğrenimi gören tüm öğrencilerin öğrendiği iktisat teorilerinin başında, 1772-1823 tarihlerinde yaşamış İngiliz iktisatçı David Ricardo’nun “Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi” gelir. Bu teoriye göre, bir malı daha az iş gücüyle üreten ülke, uzmanlaşmış olduğu bu ürünü üretmeli, daha pahalı ürettiği ürünlerin üretiminden vazgeçmelidir. Her ülke sadece ucuz ürettiği ürünleri uluslararası pazara sunduğu takdirde, dış ticarete konu tüm ürünler en az iş gücüyle elde edildiği için dünya refahı artacaktır. Globalizm veya küreselleşme kavramının temelinde bu basit açıklama yatar.

Dünya Ticaret Örgütü’nün amacı da uluslararası ticarette, ülkelerin tarife dışı (vergi dışında kalan önlemler) engellerin ortadan kaldırılması, vergi oranlarının minimuma indirilerek zaman içinde ortadan kaldırılmasıdır. Yine en basit anlatımla küreselleşmenin önünün açılmasıdır.

Küreselleşmenin karşıtı ise kapalı ekonomi dediğimiz, ülkenin dış ticarete kapalı olması, tüm ihtiyacın ülke içinde üretilmesidir. Bunun en bariz örneği sosyalist ülkelerin yürüttüğü ekonomi politikalarıdır.

Son cümleyi ilk baştan söylersek, her iki durum da hayatın gerçekleriyle bağdaşmamaktadır. Tüm ülkelerin korumacılığı bırakıp, tarife ve tarife dışı engelleri kaldırıp küreselleşmeye teslim olmasının mümkün olmayacağı gibi, bir ülkenin hiçbir ürün ithal etmeden hayatını devam ettirmesi de mümkün değildir. Yani siyah ve beyaz yoktur ama grinin tonunun beyaza veya siyaha yaklaştığı tarihsel dönemler vardır. Elbette bu süreçte ülkelerin tercihleri kadar uluslararası konjonktürlerin de etkisi vardır.

KÜRESELLEŞMEYE YAKLAŞTIĞIMIZ DÖNEMLER

Türkiye’nin son yarım asrına baktığımızda, küreselleşmeye yaklaştığı iki dönüm noktası vardır. İlki, ithal ikameci büyüme stratejisinden, ihracata dayalı dışa açık büyüme stratejisine geçildiği 24 Ocak 1980 Kararları’dır. İkincisi Türkiye’nin 1963 yılında yolculuğuna başladığı ancak hala ufukta bir ümit görünmeyen AB üyeliğinin son aşaması, olan 1996 yılında tarihinde uygulanmaya başlanan Gümrük Birliği’dir. 

Türkiye, 24 Ocak Kararları öncesi, dışa kapalı, kendi kendine yetebilirlik esaslı dış ticaret politikası izlemiş; bunu sağlamak için yerli üretimi yüksek gümrük vergisi oranları ile korumayı sürdürmüştür. Ancak, gelinen süreçte Türkiye’nin enerji ithalatını karşılayacak dövizi bile bulamaz duruma düşmesi üzerine, ihracatı önceleyen, ihracata dayalı dışa açık büyüme stratejisine geçilmiş; bu Kararlar ile Gümrük Birliği arasında geçen 19 yılda, Türkiye’nin ihracatı 2,26 milyar $’dan, 27,78 milyar $’a yükselmiştir.

1/95 Ortaklık Konseyi Kararı ile Türkiye ile Avrupa Birliği arasında 1996 yılı itibariyle Gümrük Birliği oluşturulmuştur. Gümrük Birliği sonucunda Türkiye ile AB arasında gümrük vergileri kaldırılmış, üçüncü ülkelere aynı gümrük vergisi oranı uygulanmaya başlanmış ve gümrük mevzuatı başta olmak üzere Türk mevzuatının önemli bir kısmı AB mevzuatı ile uyumlaştırılmıştır. Gümrük Kanunu’nun yürürlüğü 2000 yılında başladı. 2000-2023 yılları arasındaki 24 yıllık dönemde ihracatımız ise 27,78 milyar $’dan, 255,8 milyar $’a yükselmiştir.

Bu iki veri bize Türkiye’nin bu iki dönemde küreselleşme yolunda grinin beyaza yaklaştığını göstermektir. Burada salt kararların değil, bu kararlar doğrultusunda uluslararası ilişkilerde iyileşme, uluslararası güvenin temin edilmesi, demokratik yapıların ve şeffaflığın iyileştirilmesi, hukukun üstünlüğü gibi ekonomik ve sosyal birçok alanda yapılan reformların etkisinin olduğunu unutmamak gerekir.

GÜNÜMÜZÜN DEĞERLENDİRİLMESİ

Gümrük Birliği sonrasında; yapılan reformlar, siyasi ve parasal istikrar, enflasyonun kontrol altına alınması, lojistik altyapılarda yapılan iyileştirmeler, Gümrük Birliği’nden kaynaklanan pazar genişlemesiyle birleşince Türkiye tarihi bir büyüme gerçekleştirdi diyebiliriz. Gümrük Birliği’nin doğal sonucu olarak ülke mevzuatıyla AB mevzuatının uyumlaştırılması zorunluluğu, AB normlarının Türkiye’de uygulanması sonucunu doğurdu. Bu durum kendiliğinden küreselleşme yolunda ilerleme sağladı.

Bununla birlikte, küreselleşmeden ve Gümrük Birliği’nden kaynaklanan ihracat artışına karşın, ithalat daha fazla oranda arttı ve cari açık gittikçe büyüdü. İthalatın artışında, Türkiye’nin sanayi ürünlerinde gümrük vergisi belirleme yetkisinin olmaması, AB vergi oranının genel olarak düşük olması, vergi oranlarının belirlenmesinde Türkiye şartlarının dikkate alınamaması, AB mevzuatı uyumu nedeniyle ticaretin daha kolay yapılması gibi faktörler etkili olmuştur.

Diğer taraftan, Çin başta olmak üzere Asya ülkelerindeki üretim maliyetlerinin düşüklüğü bir taraftan Türkiye’nin ithalatını artırıp yerli üretimi tehdit ederken, diğer taraftan Türkiye’nin ihracat pazarlarını elinden almaya başladı.

Avrupa Birliği’nin imzaladığı serbest ticaret anlaşmalarının bazılarının Türkiye tarafından imzalanamaması, genelleştirilmiş tercihler sisteminde tek taraflı verilen tavizlerin bir kısmının ülke aleyhine işlemesi, her iki durumun ticaret sapmasına neden olması gibi durumlar, Türkiye’yi yeni önlemler almaya zorladı. Avrupa Birliği üyeliğinin artık hayale dönüşmesi ve Gümrük Birliği’nin eksikliklerini giderecek olan güncellemenin bir türlü gerçekleştirilememesi bu durumu kemikleştirdi. Yaşanan Covid-19 pandemisi ise bu durumu daha da zorlaştırdı. Bunun sonucunda ise Türkiye küreselleşme yerine korumacı bir ekonomik politika izlemeye başladı. Korunma, gözetim, ilave gümrük vergisi, ek mali yükümlülük gibi koruma araçlarını çok sık ve yüksek oranlarda kullanmaya başladı. Bunlara ek olarak ürün güvenliği başta olmak üzere vergi dışı tüm araçları da etkin bir şekilde kullanıyor.

BEKLENTİLER…

Türkiye’nin katı diyebileceğimiz şekilde uyguladığı korumacı dış ticaret politikasından vaz geçmesi, dış ticaretçilerimizin genel beklentisi diyebiliriz. Herkes ihracatının artmasını ve cari açığın düşmesini ister ancak, ihracatçılar da aynı zamanda ithalatçıdır ve aynı zamanda ihracat yapabilmek için ithalat da yapmak zorundadır. İthalatın gereğinden çok baskı altına alınması üretim maliyetini artırdığı için bundan ihracatın da olumsuz etkilendiğini unutmamak gerekir. 

Sorunlardan birisi olan Gümrük Birliği’nin güncellenmesi konusu sürekli olarak Türkiye’nin gündemindedir; ancak, AB’yi masaya oturtma konusunda zorlanılmaktadır. Karşılıklı masaya oturulacağına ilişkin bir işaret de görünmemektedir.

Bununla birlikte, Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Koordinasyon Kurulu’nun (YOİKK) 2024 eylem planında “AB’nin yeni Gümrük Kodu ile uyumlaştırılması amacıyla mevcut mevzuat altyapısına ilişkin çalışmaların ilgili paydaşlarla sürdürülmesi” maddesi yer almaktadır. Bu durumda, en azından Gümrük Kanunu’nun AB Gümrük Kodu’na uygun olarak revize edilmesi konusunda siyasi iradenin olduğunu söyleyebiliriz.

Son olarak 2024 Mayıs sonu itibariyle basına yansıyan açıklamalardan; “AB müktesebatında olan Türkiye’nin yararına reformların hayata geçirilmesine” yönelik çalışma başlatıldığı anlaşılmaktadır.

Bütün bu gelişmeler bize önümüzdeki dönemde korumacılıktan küreselleşmeye doğru bir dönüşün işaretini vermektedir.