Serbest ticaret anlaşmalarına bir kere daha dikkatinizi çekmek istiyorum. Ticaret Bakanımız Ruhsar Pekcan ve ekibine önceki uygulamaların ekonomimizi nasıl esir aldığını hatırlatmam lazım. Güney Kore ile yapılan anlaşma sonucunda Uzakdoğu’daki başka ülkelerden Güney Kore menşeli ürünlerin gümrüksüz Türkiye’ye girmesi ciddi sorun oluyor.
Aynı şekilde Mısır ile imzalanan serbest ticaret anlaşmasının 20 yılın sonunda Türkiye ile eşit şartlara geldiği, bu zamana kadar Mısır lehine bir ticaretin olduğunu vurgulamak görev oldu. Üstelik halen Mısır Ticaret ve Sanayi Odası’nın Türk şirketlerinden istediği belge ve bekleme sürelerini söylemiyorum bile. Ticaret Bakanlığı’nda çalışan uzmanların skor kartlarına artı puan yazılacak diye yerli üretimi zora sokan bu uygulamalar yeniden gözden geçirilmelidir.
Serbest ticaret anlaşmaları iyidir ancak kuralları tam olarak koyulur ve iki ülke için de eşit şartlar oluşursa ekonomiye katkı sağlar. İthal edilen malların menşei iyi kontrol edilmedir.
Son günlerde müjdelenen ve ekonomi gündemine oturan Türkiye ile Birleşik Krallık arasında imzalanan serbest ticaret anlaşma da aynı şekilde hüsranla sonuçlanmasın. Türkiye’nin AB’ye ihraç etmekte zorlandığı tarım ürünlerinde ve başka sektörlerde ihracatımıza artı değer katacak şekilde uygulanması önemli. İngiltere’de üretimi gerçekleşmediği halde dünyanın en büyük üreticisi olan Birleşik Krallık menşeli başka ülkelerden gelecek ürünlere de dikkat etmek, yerli üreticimizi zarara uğratmamak gerekir.
Şu anda Türkiye’nin lehine olan dış ticaret dengesi, plansız ve programsız politik hatalarla aleyhimize dönmemelidir. Bu konuya dikkat çekmek istedi.
Piyasalar köklü reform bekliyor
Dış ve iç piyasaların beklediği en önemli reform ekonomi yönetiminin şeffaflık içinde iletişim kanallarını piyasalar ve vatandaş ile açık tutması. Paranın patronluğu koltuğuna Naci Ağbal’ın gelmesiyle başlayan ılımlı hava devam etmeli. Aksi halde ekonominin tamamının sorunları çözmek merkez bankasının işi değildir. Para politikaları ve reformlarla ilgili halkı ikna etmek önemlidir. Çünkü vatandaşın desteği olmadan reformları hayata geçirmek mümkün olmaz. O zaman her şey sözde kalır.
TÜİK Başkanı’nın da rakamları şeffaf bir şekilde vatandaşla paylaşması, kuruma olan güveni yeniden kurması gerekiyor. Çünkü sokaktaki vatandaş TÜİK rakamlarına inanmıyor.
Prof. Veysel Ulusoy’un “Enflasyon Araştırma Grubu” ENAG’ın enflasyon verileri son günlerde ekonomi çevrelerinde de dikkate alınıyor. Verilerin siyasetten arındırılması gerektiğini vurgulayan grubun açıkladığı veriler piyasa gerçekleriyle örtüşüyor.
TÜİK içinde çalışan saygın ve işinin ehli uzmanların olduğu bir kurumun halkın nazarında kaybettiği itibarını yeniden kazanması için, Merkez Bankası gibi piyasalarla doğrudan iletişim kurması ve siyasetten kendini soyutlaması gerekiyor. Aksi halde yapılacak reformların sonuçları her zaman tartışmalı olur.
Ayrıca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu da aynı bakış açsıyla finans sektöründe yönlendirici rolünü iyi oynarsa, piyasaların ve vatandaşın alınacak olan kararlara desteği daha kuvvetli olur. Aksi halde açıklanan verilere vatandaş da inanmaz. Türkiye’ye yatırım yapacak olan yabancı sermaye de inanmaz. Şeffaf bir yönetim Türkiye’ye huzur getirir. Para ve sermaye de huzurlu limanları sever.
İnsan hafızasındaki unutkanlık sakatlığı
Bir yıldır dış ticarete damga vuran olayları ve şirketleri köşemde yazıyorum. Tecrübelerin toprak olmaması ve söz uçar yazı kalır misali burada sizlerle paylaşmak, aynı zamanda bir sosyal sorumluluk.
3 ay öncesini genelde hatırlamayan bir millet olduk. Maalesef ülke olarak pahalı tecrübeler yaşamamıza neden olan da geçmişten dersler çıkaramamak. Aynı hatalar tekrar tekrar yapılsa bile kimse çıkıp da neden diye sormuyor. Onun için 2020 yılına kısa bir göz atmakta fayda var. Bunun için internette gezinirken, bürokrat olarak yıllardır çalışan ve müsteşar yardımcısıyken emekli olup özel sektöre geçen Remzi Akçin’in yazısını okudum. Okurken aklıma bir anda müsteşar ve müsteşar yardımcılığı görevinin yeni sistemde olmadığı aklıma geldi. Halbuki, bu makamlar devletin kurumsal hafızalarıydı. Hükümeti değil devleti temsil eder, bakanlara gerektiği zaman hukuku ve içtihatları hatırlatır. Yönetime rehber olurdu. Geçmişi iyi bilen ve geleceğe yön veren bu makamlar maalesef artık yok. Boşluğu da fazlasıyla hissediliyor. Yerlerine gelen birden fazla bakan yardımcısı da siyasi kökenli olduğu için bu boşluğu maalesef dolduramıyor.
Bu gerçekler ortadayken Remzi Akçin’in notları benim için ayrı bir anlam kazandı. Remzi bey 2020 yılının acılarının ve izlerinin on yıllarca hatırlanacak şekilde hafızalara kazınacağını söylüyor.
Şu anda Ünsped Gümrük Müşavirliği’nde Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürüten Remzi Akçin 2020 yılının COVID-19’un yaşanan ikinci dalga ile etkisini daha artırdığı bir yıl olduğunu vurguluyor. 10 Ocak’ta Sağlık Bakanlığı’na bağlı Bilim Kurulu’yla tanışıyoruz. 11 Mart’ta ise virüs ilk defa can alıyor. Sonra okullarda başlayan eğitime ara verme süreci. 65 yaş ve üzerine sokağa çıkma yasağı. 31 ilde uygulanan sokağa çıkma ve seyahat yasağı. Sonra vaka sayılarındaki azalma ile başlayan normalleşme süreci. Virüsün yayılma hızı tekrar artmaya başlayınca pandemi tedbirlerinin yeniden hayata geçmesi. Kurumsal hafıza üşenmemiş ve tek tek bunları not almış. Yine yaşandığı zaman gündemden düşmeyen ama çok çabuk unutulan bir diğer önemli konu doğal afetler ve depremler. 22 Ocak’ta Akhisar’da yaşanan 5,4 büyüklüğündeki depremin yaraları sarılmadan, 24 Ocak’ta Elazığ’da 6,8 büyüklüğündeki depremde 41 vatandaşımız hayatını kaybetti. Şubat ayında Van Bahçeşehir’de 41 vatandaşımı çığ altında kalarak can verdi. Ardından yaşanan Van ve Bingöl’deki depremin ardından, 30 Ekim İzmir depreminde 91 vatandaşımız hayatını kaybetti. Orman yangınları ve sel felaketleri de maalesef binlerce bitki örtüsünün ve hayvanların ölümüne neden oldu.
Remzi Akçin’in notlarından kopya çekerken 2020’nin hep felaketler yılı olması, 'yaşananlar bir kader midir?' sorusunu kendime sormama neden oldu. Akçin devlet adabı içinde hatırlatma yapmakla yetinmiş. Ama yaşananlardan hiç ders almadığımız ve 3 ay sonra unuttuğum da bir gerçek.
Sınır ötesinde yapılan operasyonlarda şehit olan askerlerimiz her yıl olduğu gibi bu yıl da anaları ağlattı. Vatan sağ olsun dedik bağrımıza taş bastık. Belki de bu yılın Türkiye açısından en önemli olayları Karadeniz’de bulunan doğalgaz, Libya ile imzalanan Mavi Vatan ve Azerbaycan’ın Karabağ’ı tamamen sınırlarına katmasıydı. Türkiye’de bunlar yaşanırken, dünyada da benzer manzaralar vardı. Büyük bir ekonomik kriz ve virüs tehdidi tüm dünyayı kasıp kavurdu. Yazının tamamında dünyada ve Türkiye’de olan ekonomik ve siyasi gelişmelerin tamamı var. Remzi Akçin’in notlarının detaylarını www.ugm.com adresinden bulabilirsiniz. Ama benim burada dikkatinizi çekmek istediğim olay devlet hafızasının özel sektörde bile olsa hala bu yeteneğini kaybetmemiş olmasıdır. Zaten yazının başında Remzi Akçin’in hatırlattığı güzel bir atasözü var. Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. Yani insan hafızasında unutkanlık sakatlığı vardır. Üstad bu hatırlatmaları yaparken millet olarak en büyük zaafımı da yine devlet zerafeti le ortaya koyuyor.