BİR BİLENE SORDUK

RESESYONUN TÜRKİYE’YE OLASI ETKİLERİ…

Remzi AKÇİN

UGM Yönetim Kurulu Başkanı

Bir ülkede altı ay boyunca negatif büyüme ölçülüyorsa “resesyon” gerçekleştiği kabul edilir. Normal şartlarda enflasyon büyümeyi tetikleyici niteliktedir. Enflasyonla birlikte durgunluk da yaşanıyorsa stagflasyonun var olduğu kabul edilir. Covid-19 pandemisi ve Ukrayna-Rusya savaşının durgunluğa yol açtığına şahit olduk. Bu iki faktörün aynı zamanda Batılı devletlerde kırk yıldır görülmemiş oranlarda enflasyon doğurduğu da bir gerçek. Bu durumda resesyondan mı yoksa stagflasyondan mı bahsetmek gerekir? Kanımızca dünya resesyonla değil daha kötüsü stagflasyonla karşı karşıya!

 

Büyüme, enflasyon ve kur verilerine bakıldığında, Türkiye’de stagflasyon veya resesyonun olmadığı, bununla birlikte hiperenflasyon sorunuyla karşı karşıya bulunulduğu görülmektedir. Dünyada yaşanan enflasyon nedeniyle ithalat girdilerinin fiyatları yükseliyor. Üretim için ithalat yapılması gerektiğinden dünyadaki enflasyonu da ithal ediyoruz. İthalatın finansmanı ihracat bedelleriyle karşılanamadığı için oluşan cari açık kur baskısı oluşturuyor. Bütün bu faktörler bir araya geldiğinde hiperenflasyonla yüz yüze kalıyoruz.

 

 

Son dönemde “dünyada resesyon tehlikesi”, “resesyon geliyor mu?”, “resesyon mu, stagflasyon mu?” ve benzeri soru cümlelerini çok sık duymaya başladık. Neden bu sıralar bu söylemler sıklaştı, korku nedir, sebepleri nelerdir ve en önemlisi Türkiye bu resmin neresindedir? Biz bundan ne kadar etkileniriz?

 

Bu söylemlerin sıkça dile getirilmesi, “bir şeylerin daha da kötüye gideceğinin” göstergesi olarak değerlendirilmelidir. Öncelikle resesyon ve stagflasyon kavramlarını kısaca açıklayalım.

 

RESESYON NEDİR?

Resesyon, “bir ülkenin ekonomisinde sürekli gerileme yaşanmasını”, diğer bir anlatımla “ekonomide uzun süreli durgunluğu” ifade eder. Bu cümleden anlaşılacağı üzere, resesyonda iki temel ölçü vardır. Birincisi “ülke ekonomisinde gerileme”, diğeri ise bu “gerilemenin sürekli hale” gelmesidir. Gerileme, ekonomik büyümenin negatif olarak ölçülmesi, süreklilik ise üst üste iki çeyrek yani altı ay küçülmenin devam etmesidir. Bir ülkede altı ay boyunca negatif büyüme ölçülüyorsa, o ülkede resesyonun gerçekleştiği kabul edilir. Burada ekonomik daralma ılımlı düzeyde ise resesyondan bahsedilir. Daralma ılımlı değil şiddetli olursa bu durumda resesyon değil depresyon gerçekleşmiştir.

 

STAGFLASYON NEDİR?

Stagflasyon, İngilizce "stagnation (durgunluk)" ile "inflation (enflasyon)" kelimelerinden türetilmiş bir ekonomik terimdir. Normal şartlarda enflasyon büyümeyi tetikleyici niteliktedir. Bunun tersine enflasyonun olduğu bir ortamda aynı zamanda durgunluk varsa bu durumda stagflasyonun var olduğu kabul edilir.

 

YAŞANAN DURUM NASIL TANIMLANMALI?

Dünya üç yıla yakın bir süredir Covid-19 pandemisiyle boğuşuyor ve salgın süreci hala bitmedi. Tam bitti derken yeni bir varyasyonla karşılaşıyoruz. Elbette pandeminin yıkıcı etkileri oldu ve olmaya devam ediyor. Pandemi sürecinde dünya eve kapandı. Pandemi nedeniyle üretim düştü, ürünlerin yerine ulaştırılmasında zorluklar yaşandı. Doğal olarak bu durum dünya ekonomisini olumsuz etkiledi.

 

Sorun sadece üretim ve lojistikte yaşanmadı. Ülkeler, pandeminin halk üzerindeki olumsuz etkisini hafifletmek için para arzını artırdı; bu da ülkelere enflasyon yansıdı ve küresel ölçekte bir enflasyon sorunu yaşanmaya başladı.

 

ÇİP KRİZİNİN SEBEP VE SONUÇLARI…

Diğer taraftan, pandemi tüketim alışkanlıklarını da değiştirdi. Uzaktan iletişime ağırlık verildi, mobil cihazların kullanımı arttı, dijital iletişim zirve yaptı. Dijital iletişim için kullanılan ürünlerin arzı talebi karşılayamadığı için bu kez, bu ürünlerin üretiminde kullanılan ana girdi olan mikroçip arzı da talebi karşılayamadı ve böylelikle çip krizi ortaya çıktı. Çip tedarikinde oluşan sıkıntı, başta otomotiv olmak üzere bazı sektörleri olumsuz etkiledi ve bu durum hem üretimin durması veya azaltılmasına hem de yine fiyatların artmasına yani enflasyona neden oldu.

 

Diğer bir çıkmaz da, üretimde kullanılan önemli girdilerde sınırlı bir coğrafyaya bağımlılıktı. Gerek çipin gerekse üretimde kullanılan özellikle elektronik girdilerin sadece Uzak Doğu’da üretiliyor olması, burada ortaya çıkan krizi tüm dünyaya taşıdı. Örneğin, çip bulunamadığı için Avrupa kıtasında otomotiv üretimi de krize girdi.

 

TAM PANDEMİDEN KURTULDUK DERKEN…

Tam pandemiden kurtulduk en azından normale yaklaştık derken bu kez Rusya’nın Ukrayna’yı işgali gündeme geldi. Normalde savaşlar ağırlıklı olarak savaşan tarafları etkilerken Ukrayna-Rusya savaşı bütün dünyayı etkiledi. Bunun da en önemli nedeni, bu iki ülkenin bazı stratejik ürünlerdeki ağırlığıydı. Avrupa’nın ambarı olarak bilinen Ukrayna’nın “buğday, arpa, ayçiçeği ve yağı üretimindeki ağırlığı” ile Rusya’nın “ham petrol, doğalgaz, tahıl ve gübredeki üretim üstünlüğü” birleşince savaşın tüm dünyaya etkileri çok çarpıcı oldu. Yine her zaman olduğu gibi bunun yansıması “sadece ürünlerin temin edilmesi” şeklinde değil, “ürünlerin fiyatlarında artış” olarak gerçekleşti.

 

AB VE RUSYA ARASINDA RESTLEŞME…

Ukrayna-Rusya savaşına özellikle Avrupa Birliği (AB) ve ABD sert şekilde tepki gösterdi. Bu tepki sadece diplomatik söylem değil yaptırım olarak ortaya kondu. Bu doğrultuda Rusya’da yerleşik Batılı şirketler buradaki faaliyetlerini sonlandırdılar. Buna karşılık Rusya’dan da karşı yaptırım geldi ve elindeki doğal gaz ve petrol kozunu kullandı. Bu ürünlerin satışında ruble zorunluluğunu getirdi. Peşinde doğal gaz vanasını kısmaya başladı. Zaten AB de Rusya doğal gazına karşı yaptırım kararı almıştı. Bu iki taraflı restleşme AB’ye doğal gaz sıkıntısı ve fiyat artışı şeklinde yansıdı diyebiliriz. Üstelik durum bu şekilde giderse üretim düşüşünün yanında, AB vatandaşlarını zorlu bir kış da bekliyor.

 

ABD’NİN TEKNİK OLARAK RESESYONA GİRMESİ…

Kısaca özetlediğimiz bu süreç, dünya ekonomisinde bir daralma yaşanmasının başlamasına ve bunun artan bir şekilde sürmesine neden oldu. Zaten bunu bütün uluslararası kuruluşlar dile getiriyor. Özellikle savaşın en fazla etkilediği Avrupa ülkelerinde resesyon riski daha fazla iken, 27 Temmuz’da yapılan açıklamayla “ABD’de üst üste iki çeyrek eksi büyüme rakamı gerçekleştiğine ve teknik olarak ülkenin resesyona girdiğine” şahit olduk.

 

PARA BOLLUĞU OLUŞTURARAK KRİZİ ATLATMA ÇABALARI

Pandemi ve savaş süresi boyunca ülkelerin para bolluğu oluşturarak krizi atlatma çabaları yine tüm dünyada enflasyonun azmasına sebep oldu. Gerek ABD’de gerekse AB’de kırk yılı aşan sürede görülmeyen enflasyon rakamları açıklandı. Bunun peşinden faiz oranlarının da artışına şahit olduk.

 

Pandemi ve savaşın durgunluğa yol açtığına şahit olduk. Bu iki faktörün aynı zamanda kırk yıldır görülmemiş oranlarda enflasyon doğurduğu da bir gerçek. Bu durumda resesyondan mı yoksa stagflasyondan mı bahsetmek gerekir? Kanımızca dünya resesyonla değil daha kötüsü stagflasyonla karşı karşıya!

 

TÜRKİYE NASIL ETKİLENECEK?

Büyüme ve enflasyon göstergeleri baz alınarak yukarda özetlediğimiz pandemi ve savaş sürecinin Türkiye’yi nasıl etkilediğini incelediğimizde, seyrin paralellik göstermediğini görmekteyiz. Pandeminin ilk etkilerinin görüldüğü 2020 yılının ikinci çeyreğinde Türkiye ekonomisinde ,4 oranında sert bir daralma görülürken, bunu takip eden üçüncü çeyrekte %6,3 büyüme ve sonrasında %6,2 ila !,9 aralığında oldukça yüksek bir büyüme oranları yakalandığını görmekteyiz. Bu yönüyle bakıldığında, pandemi ve savaşın Türk ekonomisine resesyon etkisi yapmadığını, tam tersine doping etkisi yaptığını söylemek yanlış olmaz. Bildiğiniz gibi pandemi ülkemizde 2020 yılı Mart ayında başlamıştır. Bu tarihi baz alarak 2020 başından bu yana Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) büyüme verilerine baktığımızda şöyle bir grafikle karşılaşmaktayız:

KAYNAK: TÜİK

 

İkinci penceremiz olan enflasyon açısından konuyu incelediğimizde ise dünya ölçeğinden çok daha yüksek bir enflasyonla karşı karşıya kaldığımız görülmektedir. Yine aynı dönemi içeren aylık bazda enflasyon oranları grafik ve tablo olarak şu şekildedir:

 

 

KAYNAK: TÜİK

 

 202020212022
AYTÜFEUSDTÜFEUSDTÜFEUSD
Ocak12,1510,2214,9724,9448,6982,84
Şubat12,3714,8715,6117,0154,4492,6
Mart11,8616,0316,1920,8161,1490,94
Nisan10,9418,8817,1419,5969,9780,06
Mayıs11,3914,9216,5920,0073,587,29
Haziran12,6217,1517,5326,2678,6297,34
Temmuz11,7620,7818,9525,7279,60101,88
Ağustos11,7728,9319,2516,8780,21120,54
Eylül11,7531,4219,5813,37  
Ekim11,8936,1219,8916,08  
Kasım14,0339,6421,3131,49  
Aralık14,6032,2636,0875,22  

 

Bu veriler ışığında bakıldığında, Türkiye’de stagflasyon veya resesyonun olmadığı, bununla birlikte hiperenflasyon sorunuyla karşı karşıya bulunulduğu kaçınılmaz bir gerçektir.

 

İTHALAT PENCERESİNDEN BAKIŞ

Türkiye 24 Ocak 1980 tarihinde açıklanan ve “24 Ocak Kararları” olarak bilinen karardan bu yana dışa dönük büyüme stratejisi yürütmektedir. Bu strateji nedeniyle dünyada yaşanan tüm ekonomik dalgalanmalardan direk etkilenmektedir. Bundan dolayı, küresel düzeyde yaşanan daralmadan, enflasyondan ve çapraz kur artışından Türkiye doğrudan etkilenmektedir.

Dışa dönük büyüme stratejisinin bir getirisi olarak ihracatımız ithalata bağımlıdır. Toplam ithalatımızın ’i dahilde işleme kapsamında yapılan ithalat, diğer bir deyişle ihraç etmek üzere üretilecek ürünlerin bünyesinde kullanılmak şartıyla yapılan ithalattır. Aynı zamanda, ihracatımızın P’ye yakını dahilde işleme rejimi kapsamında ihracattır. Bu oranlar bize ihracatımızı artırmak için ithalatımızı da artırmak zorunda olduğumuz gerçeğini göstermektedir.

Türkiye enerjide ithalata bağımlıdır. Türkiye 2000 yılında 28 milyar 925 milyon, 2021 yılında ise 50 milyar 691 milyon USD enerji ithalatını gerçekleştirmiştir. Ukrayna-Rusya savaşı nedeniyle petrol ürünlerinde yaşanan yükselme ödenen faturayı kabartmıştır. Aynı yıllar için sırasıyla 25 milyar 183 milyon ve 5 milyar 498 milyon USD altın ithalatı yapılmıştır. Doğal olarak enerji ve altın ithalatının ülkemize hatırı sayılır bir yükü bulunmaktadır.

 

Diğer taraftan sadece ihracat için değil sanayide çarkların dönmesi için de ithalat yapılmak zorundadır. TÜİK verileriyle, 2022 Ocak-Haziran döneminde ara mallarının payı